Tenkit ve terörizm sarkacında İslamofobi

Hollanda’da Enschede camisine yönelik saldırının “terörist” bir faaliyet olarak tanımlanmış olması, İslamofobiyle hukuksal mücadelede bir kırılma noktası olarak görülmelidir...

Batı dünyasında İslamofobinin sadece tanım ve teşhisinde değil, bu olguyla mücadele edilmesi noktasında da farklı görüşler ileri sürülüyor. Geçtiğimiz yılın ekim ayında Hollanda’dan gelen bir haber, İslamofobiyle mücadele konusunda yepyeni bir ufuk açtı. Hollanda’da ilk kez bir mahkeme, camiye yapılan saldırıyı “terörist” bir faaliyet olarak kararlaştırdı ve faillerini uzun süreli hapis cezasına mahkûm etti. Hollanda’da gelinen bu noktayı daha ayrıntılı olarak ele almadan önce, son iki yılda meydana gelen olayları ve İslamofobi konusundaki kamusal tartışmaları özetlemekte fayda var.

Geçen yüzyıllardan beri Hollanda, göçmen ve sığınmacılara kucağını açan hoşgörülü ve misafirperver bir ülke olarak tanınırken, 2001 Eylül akabinde Avrupa ülkeleri içinde Müslümanlara karşı en sert politikalar geliştiren ve camilere saldırıların en fazla olduğu bir ülke haline geldi. İnsan haklarını öteden beri bir dış politika konusu olarak gören Hollanda, son yıllarda kendisinin de bir insan hakları sorunu olduğunu kabul etti ve bu doğrultuda bazı çalışmaları başlattı. 2012 yılında İnsan Hakları Enstitüsü’nün kurulması, bu bakımdan önemli bir dönüm noktası oldu. Enstitü, Hollanda’da insan haklarını izleyen bağımsız ve yasal bir organ. Amacı, araştırma, tavsiye ve bilgilendirme yoluyla insan hakları konusundaki gelişmeleri izlemek, insanları aydınlatmak ve insan haklarını ülkede korumak ve ilerletmek. Hollanda İnsan Hakları Enstitüsü, her yıl düzenli olarak insan hakları konusunda yaşanan gelişmeleri rapor ediyor. Enstitü, kurulduğu günden bugüne kadar dört kez yıllık rapor yayınladı.

ÖZELLİKLE İNANÇ SİMGELERİ TAŞIYANLAR HEDEF ALINIYOR

Hollanda’da İslamofobi, kendini farklı biçimlerde hissettiriyor. Aşırı sağ partinin İslamofobik söylemlerinden camilere yönelik saldırılara, işpazarındaki ayrımcılıktan başörtüsü ve burka gibi simgesel ayrımcılığa, Müslümanların kurduğu okul, dernek ve vakıflara yönelik kontrollerin artırılmasından, Müslüman ülkelerden kaynaklanan göç hareketlerine karşı önlemler almaya kadar pek çok alanda karşımıza çıkıyor. Kuzey Hollanda Polis Birliği’nin 2015 raporuna göre, ayrımcılık şikâyetleri en fazla işpazarı ve eğitimde yoğunlaşırken, din temelli ayrımcılık şikâyetleri toplam şikâyetler içinde yüzde 8 oranında bir yekûn tutuyor. Rapora göre özellikle görünür inanç simgeleri (başörtüsü, burka, takke, sakal vs.) taşıyan kişilere sokakta ve komşuları tarafından ayrımcılık yapılmakta.

Son iki yılda, önceki yıllara kıyasla camilere yönelik saldırılarda belirgin bir artış kaydedildi. 2015 yılında camilere yönelik olay sayısı 20 iken, bu rakam 2016 yılında buna yakın bir seviyeye ulaştı. Camilere yönelik saldırılar tehdit mektubu göndermek, camileri kundaklamak ve tahrip etmek, camilere molotof kokteyli atmak, slogan yazmak ve domuz kafası bırakmak şeklinde tezahür ediyor. Cami duvarlarına yazılan sloganlarda İslamofobik sözler ve önyargılı ifadedeler dikkat çekiyor. Bazen camilere yakılmış Kur’an sayfaları gönderildiğine de tanık olundu.

ENSCHEDE ŞEHRİNDEKİ CAMİ SALDIRISI

Geçen yılın en önemli olayı, şubat ayında Enschede şehrinde Faslıların camisine beş kişilik küçük bir grubun iki molotof kokteyli atmasıydı. Bu olay, ilk etapta ülkede diğer camilere yönelik sıradan bir olay olarak görüldü ve çoğu zaman olduğu gibi faillerin ciddi bir ceza almadan bırakılacağı izlenimi yarattı. Ne var ki yıl içinde görülen dava Ekim ayında sonuçlanınca, bütün medya ve kamuoyunun dikkati Enschede cami saldırısına çevrildi. Çünkü Hollanda’da ve Batı dünyasında, ilk kez bir camiye yönelik saldırı “terörist” bir eylem olarak telakki edilmiş ve faillerine 1-2 yıl hapis cezası verilmişti. Dava boyunca beş kişiden dördü hiç konuşmadı; bu dört kişiyi hâkim 1 yıl hapis cezasına çarptırırken, konuşan ve konuşmalarıyla da terörist bir eylem izlenimi yaratan bir kişiyi ise 2 yıla mahkûm etti. Davanın müvekkil avukatları davayı temyize götüreceklerini bildirdi.

Bu olayla birlikte Hollanda’da öteden beri İslamofobi hakkında süren kamusal tartışmalar yeniden alevlenmiştir. Hollanda’da İslam karşıtı çevreler başta olmak üzere pek çok aydın ve siyasetçi İslam hakkındaki tartışmaları ifade özgürlüğü kapsamında ve bir din veya kültür eleştirisi olarak lanse etmektedirler. Bunlara göre İslam, ister bir din isterse bir kültür veya ideoloji olarak algılansın, Batılı normlara göre eleştiri konusu yapılabilir. Bundan dolayı Müslümanların incinmesi veya aşağılanmış gibi hissetmeleri aşırı bir alınganlıktan başka bir şey değildir.

İSLMAMOFOBİ VE ANTİ-SEMİTİZM

Öte taraftan İslamofobinin bir ayrımcılık olduğunu öne süren Müslümanlar ve bazı Batılı/Hollandalı yazar ve eleştirmenler ise, bu olgunun anti-semitizm ya da dini ve kutsal değerlere hakaret (Blasphemy) olarak tanımlanmasını talep ediyor. Avrupa’da çoğu ülkede Yahudi karşıtlığı anlamında anti-semitizm yasak olduğu gibi, bugün pek uygulanmasa da Tanrı ve bir dinin kutsal değerlerine saldırı yasal olarak cezai işlem gerektiriyor. Fakat ne zaman bu çerçevede bir talep söz konusu olmuşsa, geniş bir kamuoyu, İslamofobinin çok spesifik bir ayrımcılık biçimi olan anti-semitizmle kıyaslanmasını reddetmiştir. Onlara göre anti-semitizm Batı dünyasında tarihsel kökenleri olan ve İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik soykırımların akabinde yasak edilmiş bir ayrımcılık türü. Müslümanlar için böyle bir durum söz konusu değildir. Yine aynı kesimlere göre dine ve kutsal değerlere hakareti yasaklayan yasa ise, sadece Hıristiyanlığın Tanrısı ve kutsal değerlerini korumak için çıkarılmış olup, üstelik bu yasa fiilen de artık uygulanmamaktadır.

İSLAMOFOBİYLE HUKUKSAL MÜCADELEDE KIRILMA NOKTASI

Bugüne kadar camii yönetimlerinin suç duyuruları polis kayıtlarına, hep kırıp dökme ya da duvara yazı yazılması suçu olarak geçmiştir. Bu nedenle de camilere yönelik saldırılar önlenememiş ve 11 Eylül 2001’den beri devam edegelmiştir. Özellikle Amerika ya da Avrupa’da herhangi bir ülkede bir terör hadisesi yaşanmasının ardından ya da aşırı sağ partilerin kışkırtıcı faaliyetlerinin sonucunda bu saldırılar zaman zaman patlak vermiştir. Enschede camisine yönelik saldırının “terörist” bir faaliyet olarak tanımlanmış olması, İslamofobiyle hukuksal mücadelede bir kırılma noktası olarak görülmelidir.

Bu karar önemli olmakla birlikte camiye yönelik şiddet içermeyen hareketler ya da başka kişi ve kurumlara yönelik İslamofobik faaliyetler bu kararın kapsamı dışında kaldığı için bu sorun hala önemini ve ciddiyetini korumaya devam edecektir. Bu durumda yapılması gereken nedir?

Geçmişte yapılan tartışmalar da dikkate alındığı zaman, İslamofobinin Batı dünyasında antisemitizm ya da kutsal değerlere hakaret kapsamında değerlendirilmesi ve önlenmesi çok gerçekçi bir beklenti olarak görünmüyor. Konuya başka bir noktadan hareketle çözüm düşündüğümüzde, aklımıza gelen bir başka hukuksal önlem olarak “nefret suçları” gelmektedir. Dünyada pek çok ülke, nefret suçu kavramını tanımakta ve bu suçlara karşı önlemler almaktadır. Avrupa’da Avusturya, Almanya, Fransa, İngiltere gibi büyük ülkeler yanında Belçika, İsveç, Yunanistan, Danimarka ve Finlandiya gibi görece küçük ülkeler de nefret suçlarını tanımaktadır. Hollanda, ne yazık ki bu ülkeler arasında yer almamaktadır. Avrupa’da bu kadar yaygın olan bir hukuksal kavramın bugüne kadar tanınmamış olması büyük bir eksikliktir.

İSLAMOFOBİNİN NEFRET SUÇU OLARAK TANIMLANMASI

Nefret suçları, önyargılar tarafından motive edilen suçlar olarak bilinmektedir. Salt belirli bir gruba mensup olduğu için kişilere karşı duyulan nefret, bu suçların özünü oluşturmaktadır. Bu grup etnik, dilsel, ulusal ya da dinsel bir grup olabileceği gibi cinsiyet, cinsel tercih, fiziksel görünüş veya engelli olmak gibi bazı ayırt edici özellikleri olan gruplar da olabilir. Ancak nefret suçunun oluşması için bu nefretin bir şekilde ifade edilmesi gerekir. Bu ifade biçimleri, yazılı ve sözlü olabileceği gibi kişiye ve kişilerin sahip oldukları varlıklara yönelik bir saldırı biçimi de olabilir. Nefret suçlarının mutlaka şiddet içermesi gerekmez ya da şiddet derken, şiddetin mutlaka fiziksel olması gerekmez. Başka şiddet biçimleri de (cinsel, psikolojik, ekonomik vs.) bu kapsamda değerlendirilir.

İslamofobi, nefret suçu olarak yeniden tanımlanırsa, o zaman kavramsal bir yenilenmeye de ihtiyaç bulunmaktadır. Bu durumda İslamofobi yerine “İslam nefreti” ya da “Müslüman nefreti”den bahsetmemiz gerekecektir.

İSLAM KARŞITLARININ TEZLERİ

Bazı hukukçular, nefret suçunun oluşması için soyut bir kavram (sözgelimi İslam dinine veya kültürüne) yerine somut bir kişi ya da tüzel bir kişiliğe yönelik bir nefret suçu olması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu ayrıma duyarlı olan İslam karşıtları ve aşırı sağcılar da ceza almamak için çoğu kez “Biz Müslüman karşıtı değiliz, İslam karşıtıyız” söylemine sığınmaktadırlar. Ancak nefret suçlarının tanınmadığı ülkelerde böyle bir ayrım yapılmamaktadır. Daha önce “Biz tüm Müslümanlara karşı değiliz, sadece fundamentalistlere karşıyız” diyenler, bugün bu ayrımı bile yapma gereği duymamaktadırlar. Yine aynı kesimler, “İslam” ile “Müslümanlar” arasında da ayrım yapma hassasiyetine sahip değiller.

Sözgelimi Hollanda’da sık sık köşesinde İslam ve Müslüman aleyhtarlığı yapan gazeteci Sylvain Epimenco, yeni yılın ilk haftasında yazdığı “İslam da barış için mücadele etmeyen bir politik ideolojidir” (De islam is ook een politieke ideologie die geen vrede na­streeft, Trouw:05-01-2017) başlıklı yazısında, "Müslüman şiddetinin İslam’dan kaynaklandığı" iddia etmektedir. Yazısının başlığından da anlaşılacağı üzere yazar, İslam’ı salt bir din değil, aynı zamanda “siyasal bir ideoloji” olarak resmetmekte ve her siyasal ideoloji gibi İslam’ın da hâkimiyet ve teslimiyet talep ettiğini iddia etmektedir.

Hukuk felsefesi açısından yukarıdaki tartışma önemli olsa da, İslamofobiyle mücadeleye hukukçular bir yerde başlamak zorundadırlar. Uzun vadeli bir yolu kat etmek için ilk önce “Müslüman nefreti”yle sınırlı olsa da, nefret suçlarıyla mücadelede acil bir adım atmak gerekmektedir. Hollanda’da bu adımın atılması, İslamofobiyle mücadelede büyük bir önem arz etmektedir. Bu adım atıldıktan sonra tartışmanın, yeni bir zeminde ve yeniden yapılması daha sağlıklı olacaktır.

[Prof. Dr. Kadir Canatan. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi]

Yorumlar