Libya’da istikrar mümkün mü?

Aralık 2015 tarihinde imzalanan Libya Siyasi Anlaşması, geçiş sürecinin kurumlarını ve onların görev ve yetkilerini belirleyen geçici bir anayasa hükmündeydi.

Ortadoğu’da meydana gelen gelişmelerin ve bu gelişmeler bağlamında yaşanan güç mücadelesinin gölgesinde kalan Libya, Kaddafi rejiminin devrildiği 2011 yılından günümüze kadar, her biri farklı politik ve askeri hedeflere sahip gruplar arasındaki çatışmalara tanıklık ediyor. Söz konusu çatışmalar, bölgedeki emsallerine nazaran düşük yoğunlukta cereyan etse de, doğurduğu sonuçlar açısından bölgesel istikrarı olumsuz etkileyen bir niteliğe sahip. Akdeniz’deki stratejik konumu nedeniyle, Libya’da olup bitenler sadece komşu ülkelerin değil, aynı zamanda Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun istikrarını da önemli ölçüde etkiliyor.

Libya krizinin barışçıl yöntemlerle aşılması için, 2014 yılından beri BM öncülüğünde, taraflar arasında çeşitli görüşmeler yapılıyor. İlki Eylül 2014’te Libya’nın Gadamis kentinde gerçekleştirilen görüşmeler, Libya Siyasi Anlaşması’nın (LSA) Fas’ın Suheyrat kentinde imzalandığı Aralık 2015 tarihine kadar, farklı ülkelerin ev sahipliğinde devam etti. Söz konusu anlaşma, geçiş sürecinin kurumlarını ve onların görev ve yetkilerini belirleyen geçici bir anayasa hükmündeydi. LSA’nın iki temel amacı vardı: Birincisi, Haziran 2014 seçimlerinden sonra siyasal arenada yaşanan kutuplaşmaların sonlandırılması; ikincisi ise devrim sonrası süreçte kıyasıya bir güç mücadelesi veren silahlı grupların yeni güvenlik birimlerine entegre edilmesiydi. İlk amacı gerçekleştirmek için, Trablus’ta faaliyet gösteren Milli Genel Kongre (MGK) üyelerinden oluşan bir danışma meclisinin kurulması, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi’nin (TM) ise yasama görevini icra etmesi, yürütme görevini üstlenecek Ulusal Uzlaşı Hükümeti’nin (UUH) ve Başkanlık Konseyi’nin kurulması kararlaştırıldı. İkinci amaç için ise Başkanlık Konseyi bünyesinde modern bir ordu kurularak silahlı grupların bu ordu bünyesinde toplanması için girişimlerde bulunuldu.

Guterres’in Libya Özel Temsilciliği’ne Gassan Selame’yi getirmesi

LSA’nın imzalandığı tarihten itibaren, dönemin BM Libya Özel Temsilcisi Martin Kobler, Suheyrat kentinde alınan kararlar konusunda, Libya krizinin taraflarını ikna etme sürecini başlattı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren görüşmeler, özellikle Tobruk hükümeti ve onun silahlı kanadının liderliğini yürüten Halife Hafter’in muhalefeti nedeniyle sonuçsuz kaldı. Söz konusu muhalefetin odağında ise anlaşma metninin 8. maddesi yer alıyordu. Zira bu maddeyle Libya Ordusu, istihbarat birimleri ve yurtdışı temsilcilikleri gibi üst düzey kurumlara yapılacak atamalar veya görevden almalar Başkanlık Konseyi’nin yetkisine verilmekteydi. Gerek Tobruk hükümetinin yürütme yetkisini elinden alması gerekse Hafter’in Libya siyasetindeki geleceğini şekillendirmesi nedeniyle bu aktörler LSA’yı kabul etmeye yanaşmadı.

Haziran 2017’de BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Libya Özel Temsilciliği’ne Gassan Selame’yi getirmesinin ardından görüşmeler yeni bir boyut kazandı. Bir taraftan anlaşmanın tartışmalı maddeleri konusunda taraflar arasında bir uzlaşının sağlanması için görüşme trafiği sürerken diğer taraftan ise Selame’nin Eylül 2017’de açıkladığı yeni eylem planı tartışılmaya başlandı. Dört aşamadan oluşan plan kapsamında LSA’nın gözden geçirilip gerekli düzenlemelerin yapılması, Başkanlık Konseyi’nin ve yeni hükümetin oluşturulması, anayasa çalışmaların tamamlanarak yürürlüğe girmesi ve 2018’de başkanlık ve parlamento seçimlerinin gerçekleştirilmesi hedefleniyor. Eşzamanlı olarak yürütülen bu aşamalardan en kritik olanı LSA’nın bazı maddelerinde değişikliğe gidilmesi. Bu kritik aşama konusunda henüz somut bir ilerleme sağlanamamış olsa da, başkanlık ve parlamento seçimlerinin 2018 yılı içinde yapılması planlanıyor.

Selame’nin eylem planı, Libya krizinin sona erdirilmesi açısından umut vadeden bir plan olarak sunulsa da, mevcut yapısal etkenler dikkate alındığında, söz konusu diyalog sürecinin akıbeti belirsizliğini koruyor. İç savaş literatürü incelendiğinde, ancak savaşan tarafların yekdiğerine karşı mutlak bir üstünlük elde etmesi veya yerel aktörler üzerinden vekalet savaşları veren devletlerin savaşın sona erdirilmesi konusunda ortak bir tutum sergilemesi durumunda, çatışmanın yerini istikrara ve barışa bıraktığı görülür. Bu perspektifle, Selame’nin eylem planının istikrar üretip üretmeyeceği anlaşılabilmesi için, Libya özelinde şu iki soruya cevap vermek gerekir: Yerel aktörler arasındaki dengeler ve mevcut güç mücadelesi ne yöne evrilmektedir? Krizinin şekillenmesinde etkili olan uluslararası aktörler arasında, çözüm süreciyle paralellik gösteren bir uyumdan söz edilebilir mi?

İlk sorunun cevabı, Halife Hafter’in Mayıs 2014’te Bingazi’deki milislere yönelik kapsamlı bir operasyon başlatmasının ardından ülke genelinde meydana gelen çatışmalar ve kırılgan ittifak ilişkilerinde aranmalı. Hafter’in bu hamlesi Libya’nın batısındaki Zintanlı milislerden destek buldu ve Bingazi’den Trablus’a kadar bütün Libya’yı kontrol altına almayı amaçlayan “Onur Operasyonu” ittifakı kuruldu. Hafter öncülüğündeki bu girişim, başta Misratalı ve Trabluslu milisler olmak üzere başkent etrafındaki silahlı grupların direnişiyle karşılaştı ve bu gruplar “Libya Şafağı” ittifakı adı altında bir araya geldi. İki ittifak arasındaki çatışmalar başkent Trablus, Bingazi ve ülkenin önemli petrol sahalarını içinde bulunduran Sirte körfezi bölgesinde çeşitli aralıklarla devam etti.

Trablus’taki MGK ile yakın ilişkileri olan Libya Şafağı koalisyonu içindeki gruplar

Söz konusu mücadelede, LSA’nın imzalandığı Aralık 2015 tarihinden itibaren önemli bir kırılma yaşandı. Trablus’taki MGK ile yakın ilişkileri olan Libya Şafağı koalisyonu içindeki gruplar, LSA kapsamında MGK’nın danışma meclisine evrilmesi ve MGK çatısı altında faaliyetlerini yürüten Ulusal Kurtuluş Hükümeti’nin (UKH) lağvedilmesi konusunda görüş ayrılığı yaşadılar. Misrata, Zilten, Garyan, Zaviye ve Mislateh gibi kentlerden gelen çok sayıda silahlı grup, Libya Ulusal Muhafızları (LUM) adı altında bir araya gelerek UKH’yi destekleyeceklerini açıkladılar. Öte yandan, Libya Şafağı’nı oluşturan diğer gruplar ise BM öncülüğündeki diyalog sürecine destek vererek Başkanlık Konseyi bünyesinde kurulan güvenlik birimlerine katıldılar.

Libya Şafağı ittifakında yaşanan bu kırılma, yerel güç dengeleri açısından iki temel sonuç doğurdu: Birincisi, bu gruplar arasında yaşanan siyasi anlaşmazlığın kısa süre içinde silahlı çatışmalara evrilmesi. Özellikle başkent Trablus’taki hükümet binalarının kontrolü konusunda yaşanan çatışmalar, anlaşmazlığın derinleşmesine yol açmakla birlikte, tarafların birbirlerini tükettiği bir yıpratma savaşına dönüştü. İkincisi ve daha önemlisi, söz konusu bölünme sayesinde, Hafter önderliğindeki Onur Operasyonu’nun, başta Bingazi olmak üzere farklı kentlerde gücünü konsolide etmesi ve güç dengesini kendi lehine çevirmesi. Temmuz 2017’de Bingazi’nin kontrolünü ele geçirdiğini ilan eden Hafter, operasyonların sırasıyla Derne, Sebha, Misrata ve Trablus’u “özgürleştirene” kadar devam edeceğini açıkladı. Yerel güç dağılımında elde ettiği üstünlükten hareketle, kendisinin olmadığı bir denklemde barış ve istikrarın tesis edilemeyeceğini çeşitli açıklamalarında vurgulayan Hafter, bu yıl yapılması planlanan seçimlere ise tehdit içerikli sözlerle tepki gösteriyor. Hafter’in, Libya’nın henüz demokrasiye hazır olmadığı ve Müslüman Kardeşler tarafından “manipüle” edilecek bir seçimi kabul etmeyeceği şeklindeki açıklamaları, Selame’nin eylem planına yaklaşımını açıkça ortaya koyuyor.

Yerel aktörler arasındaki güç dağılımı henüz bir aktörün diğerlerine karşı mutlak üstünlük elde ettiği bir görüntü sergilemediğinden, barış ve istikrarın tesisi konusunda belirleyici olan yapısal etkenlerden bir diğerini irdelemek için ikinci soruya cevap aramak gerekiyor. Bu sorunun cevabı, Libya’daki aktörler üzerindeki etkisiyle gündeme gelen Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Türkiye, Katar, ABD, İtalya ve Fransa gibi bölgesel ve küresel aktörlerin Libya politikalarında yatıyor. Söz konusu ülkeler, söylem bazında BM öncülüğündeki diyalog sürecine her ne kadar destek verseler de, farklı tehdit algılarından hareketle, istikrarı temin etme konusunda farklı yöntemler izliyorlar.

Libya krizinin derinleşmesinde etkili olan ülkelerin başında Mısır ve BAE geliyor

Her iki ülke de Arap isyanlarının yaşandığı ülkelerde otoriter rejimlerin yerini demokratik düzenlere bırakmasından rahatsızlık duyuyor. Bu bağlamda, Libya’da askeri vesayeti tesis etmek isteyen Hafter’e siyasi ve askeri alanda önemli ölçüde destek veren bu aktörler, zaman zaman Hafter muhaliflerinin bulunduğu bölgelere hava operasyonları düzenliyorlar. Yerel aktörler arasındaki diyalog görüşmelerini destekleyen Kahire ve Abu Dabi yönetimi, Hafter’in saf dışı bırakıldığı bir çözüme ise karşı çıkıyor. Öte yandan, Ortadoğu’daki demokratik dönüşüme müzaheret eden Türkiye ve Katar ise Libya’da devrimle birlikte elde edilen demokratik kazanımların Mısır ve BAE gibi bölgesel aktörler tarafından baltalanmasından endişe duyuyor. Bu tehdit algısından hareketle, uzun süre Trablus’taki MGK ve Libya Şafağı ile yakın ilişki kuran bu iki ülke, LSA’nın imzalanmasının ardından UUH ve Başkanlık Konseyi’ni Libya’nın meşru otoritesi olarak tanıdı.

2011’deki NATO müdahalesiyle iç savaş sarmalına sürüklenen Libya, 2015 yılında DEAŞ’ın Sirte’yi ele geçirmesiyle ve yine bu tarihlerde giderek artan yasadışı göçle birlikte, yeniden küresel aktörlerin gündemine girdi. Bu iki kriz alanını bahane eden İtalya, Fransa ve ABD, NATO müdahalesinin ardından yeniden Libya siyasetinde etkili olmaya başladılar. Ancak bu ülkeler, söz konusu krizlerle mücadele adı altında, birbirleriyle rekabet eden farklı grupları destekliyor ve Libya krizinin derinleşmesine sebep oluyorlar. Örneğin İtalya, Başkanlık Konseyi’nin güvenlik birimleriyle işbirliğine giderken Fransa ise LSA’nın getirdiği tüm kurumlara meydan okuyan Hafter’i destekliyor. ABD ise radikalizmle mücadeleyi bahane ederek, bir taraftan Sirte’deki operasyonlarda (büyük bir kısmını Misratalı milislerin oluşturduğu) el-Bunyan el-Mersus kuvvetlerine hava desteği sağlıyor. Diğer taraftan ise doğudaki Hafter karşıtı gruplara hava saldırıları düzenleyerek Libya’da demokrasinin önündeki en büyük engele alan açıyor.

Sonuç olarak, BM Özel Temsilcisi Gassan Selame’nin eylem planı Libya krizinin sona erdirilmesi açısından elzem görülse de bir takım yapısal engellerle karşı karşıya. Yereldeki güç dağılımına odaklanıldığında, Libya’nın çok kutuplu iç savaş sarmalından henüz kurtulamamış olması ve Libya krizinde belirleyici olan uluslararası aktörlerin farklı tehdit algılarından hareketle farklı yaklaşımlar sergilemesi, kısa vadede istikrarsızlığın süreceğini gösteriyor. İstikrarın yolu ise bu iki engelden birinin bertaraf edilmesinden geçiyor.

Yorumlar