Kurtulmuş: Türkiye hizaya gelecek bir ülke değil
AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, bildiri yayınlayan büyükelçiler konusuna değinerek, "Türkiye, Avrupa Birliği ile bütün meselelerini masada dostça konuşur ama hiç kimsenin parmak sallayarak algılar oluşturmasına müsaade etmez" dedi.
Bir dizi program ve toplantılara katılmak üzere Van'a gelen AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, Ferit Melen Havalimanı'nda partililer tarafından karşılandı. Daha sonra otele geçen Kurtulmuş, Ar-Ge ve Eğitim Başkanlığı 'Teşkilat Akademisi Liderlik Okulu Eğitim' programına katıldı. Basına kapalı yapılan toplantının ardından Kurtulmuş, gazetecilerle bir araya geldi.
Kurtulmuş, 10 yıl önce Van'da yaşanan depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet dileyerek başladığı konuşmasında, "Depremin hemen ardından Van'a gelmiş bir kardeşiniz olarak Van'ın nasıl yıkıldığını, nasıl büyük bir felaket yaşadığını, nasıl zor bir süreçten geçtiğini gören birisiyim ve ardından Sayın Cumhurbaşkanımızın, başbakanlığı döneminde kelimenin tam anlamıyla neredeyse yeni bir Van inşa edilmişti. Fevkalade güçlü bir şekilde Van, yeni baştan inşa edilmiştir. Anadolu'nun en güzel şehirlerinden birisi olan ve Doğu'nun İstanbul'u diyebileceğimiz Van'ımız, terörden temizlendikten sonra bambaşka bir şehir olduğunu görüyoruz" dedi.
"Kılıçdaroğlu korku, sindirme ve baskı yapıyor"
Türkiye'nin, gündemi yoğun bir haftayı geride bıraktığını anlatan Kurtulmuş, şöyle konuştu: "Türkiye'nin ikinci çok oy alan partisinin Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu'nun başlattığı bir korku, sindirme ve bunun ötesinde baskı oluşturarak, siyaseti şekillenme diyerek özetleyebileceğimiz yeni bir siyaset tarzı ve şekli var. Bir önceki hafta biliyorsunuz bütün gündem Sayın Kılıçdaroğlu ve arkadaşları tarafından siyasi cinayetler, siyasi suikastlarla, bu konudaki tehditlerle bir şekilde işgal edildi. Açık söylüyorum, bu anlamda bir korku siyaseti, bir baskı oluşturularak Türkiye'nin eski dönemlere dönebileceği tehdidi üstü kapalı olarak Türkiye gündemine gelmiş oldu. Faili meçhul cinayetlerden, baskılardan, kimin, nerede, ne şekilde adam öldürdüğünün belli olmadığı dönemlerden geçmiş olan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Allah'a çok şükür, Tayyip Erdoğan öncülüğündeki AK Parti hükümetleri dönemlerinde Türkiye, eski Türkiye dönemini geride bırakmış, o defteri külliyen kapatarak çöplüğe atmıştır. Bu cinayetlere şahit olan illerden biri de Van'dı. Başından beri hep şunu söyledik. Türkiye'yi bir daha eski günleri hatırlatacak ve o eski günler üzerinden baskı, korku siyaseti oluşturarak halkı karamsar noktaya itecek bir sözlerin söylememesi gerekir. Hele bunun Türkiye'nin ikinci partisi lideri tarafından söylenmiş olması, başlı başına Türkiye siyasetini kirleten, Türkiye siyasetini zehirleten ve siyasi dili zehirleyen bir unsur olur. İtirazlarımızı yaptık. Varsa elinizde bir bilgi, belge, duyum bunları götürün savcılıklara söyleyin. Bu bir vatandaşlık görevidir. Bırakın bir siyasi parti genel başkanı olmayı, aynı zamanda bir vatandaş olarak da ödevinizdir. Ankara'da Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açmış olduğu soruşturma kapsamında tekraren buradan ifade ediyorum ki, Sayın Kılıçdaroğlu ve bu konuda bilgisi olan arkadaşlar giderler savcılığa ifadelerini verirler. Böylece bir karanlıkta bir gölge boksu yapmaktansa, bir şekilde bu konuda ne kastettiklerini Türkiye kamuoyuyla paylaşırlar. Bunun vermiş olduğu bir tehdit, karamsarlık, insanları yıldırma, Türkiye'yi böyle yanlış tartışmaların içine sokmak gibi bir tavrın içerisinde oldular ama bu konudaki gerekli cevaplar ortaya konulduktan sonra Kılıçdaroğlu'nun geri adım attığını gördük. Eminim ki birkaç hafta sonra kendisi hatırlamayacaktır. Sadece gündemi değiştirmek ve korku salarak siyaset dilini zehirlemek için kullanılmış bir argüman olacaktır. Bu bitti, arkasından bir başka gelişme oldu. Yine geçtiğimiz hafta memurlara tehdit anlamına gelen bir açıklama yaptı. Memurlar bundan sonra hem de 18 Ekim tarihi vererek, 'icabınıza bakarız' deyip parmak sallayarak memurları korkutmak üzere bir siyaset dili geliştirdi. Onunla ilgili de gerekli cevapları verdik. Dedik,18 Ekim sizin için neyin miladıdır?' Bir 28 Şubat gibi, 27 Nisan gibi, 15 Temmuz gibi bir şeyi mi kastediyorsunuz?' Böyle deyince yine geri adım attı. Sonra 'yok ben işini yapan memurları kastetmiyorum' dedi. O zaman hangi memurlar görevini yapıyor, hangileri görevini yapmıyor? Bunun bilgisi elinizde var mıdır? Eğer böyle bir bilgiye sahipseniz bu memurlar üzerinde bir fişleme anlamı taşır mı, taşımaz mı? Ödevini iyi yapan, yapmayan ayrımını yapmak size mi düşmüş? Sizin haddinize mi? Varsa elinizde görevini kötüye kullanan, yanlış yapan bunlarla ilgili bütün savcılıkların yolu açıktır."
"Memurlarımızın tamamı şerefli kamu görevlileridir"
Türkiye'de yaklaşık 4 milyonu aşkın kamu görevlisinin olduğunu ifade eden Kurtulmuş, "Bunların içerisinde 2 milyon 200 bini memur statüsünde olan vatandaşlarımız. Bunların bir kısmı AK Parti iktidarı zamanında göreve gelmiş insanlardır, bir kısmı da AK Parti iktidarlarından önce görev almış kardeşlerimizdir. Bu memurlarımızın tamamı Türkiye Cumhuriyeti'nin şerefli memurlarıdır, şerefli kamu görevlileridir. Biz bunu bu şekilde de söyleyince tekrar geri adım atıyorlar. Dolayısıyla memurları tehdit üzerinden de aynı siyaset tarzını devam ettirmenin ne kadar yanlış olduğu kanaatindeyim. Ayrıca bu sürecin içerisinde yeni bir algı sürecinin başladığını görüyoruz. Bu da halkta birtakım panik ve korku havası oluşturmak, siyasi suikastlar ve memurlara tehdit meselesi de bunun bir parçası. Şimdi koro halinde düşüyorlar. 'Vakit tamam, iktidar görevinden uzaklaşıyor' diyerek AK Partiyi, AK Parti'ye oy vermiş olan kitleleri bir şekilde tedirgin etmek ve özellikle AK Parti'nin reform, demokratikleşme konusunda atacağı adımları bir şekilde atamaz hale getirmek gibi bir kamuoyu oluşturma derdindedirler. Şunu açık bir şekilde söyleyelim. Biz demokrasiye tam manasıyla inanan insanlarız. Demokrasinin bir tane hakemi ve hakimi vardır. O da milletin bizatihi kendisidir. Demokrasinin geliştirileceği yer, karanlık odalarda oluşturulan algı operasyonu sonucu ortaya çıkan hava değil, milletin seçim meydanında, er meydanında sandıklarda verdiği oylarla verdiği karardır. Dolayısıyla milletimiz ne karar veriyorsa, kimin için oyunu sandığa atmışsa çıkan sonuca sonuna kadar saygılıyız. Ne korku senaryolarıyla, ne algı operasyonlarıyla, ne siyasetin dilini kirletilerek, ne baskı kurarak vatandaşlarımızın hür iradeleri üzerinde bir tehdit oluşturmak ya da orada bir baskı oluşturarak kanaat değiştirmek için bir operasyon içerisine girmeyiz. Siyaset algılar üzerinden değil, realiteler üzerinden yapılan bir iştir. Siyaset bu anlamda insanların gönlünü kazanma meselesidir. AK Parti için konuşacak olursak, 19 yıldır gönlünü kazandığı milletimizin gönüllerinden düşmemektir" diye konuştu.
"Dernek ve vakıflara algı operasyonu yapılıyor"
Öğrencilere hizmet eden birtakım vakıf ve derneklerin sosyal medya üzerinden mesnetsiz bir karalama kampanyasına tabi tutulduğunu ifade eden Kurtulmuş, "Bu hakkaniyet değildir, bu adalet değildir. Bir taraftan Anadolu çocuklarının gerçekten imkanlarının arttırılmasından bahsedeceksiniz, bir tarafta Türkiyeli çocukların imkanlarının arttırılması, onlara eğitim alanındaki ihtiyaçlarını karşılayacak bazı zeminlerin hazırlanması gibi mücadele eden ve bu mücadeleyi de tamamıyla gönüllülük esası içerisinde yerine getiren sivil toplum kuruluşlarına, derneklere, vakıflara haksız bir şekilde, elinizde bir delil olmadan saldırarak bu vakıfların karalanmasını, bu vakıfların iktidara yakınlığı gibi bir tez üzerinden de iktidarın bir şekilde zedelenmesini sağlamak. Ama esas itibarıyla vatandaşlarımızın hamiyet duygularını zedeleyerek bu alandaki yardımları zedeleyecek bir algı operasyonunun da eş zamanlı yürütüldüğü kanaatindeyiz" dedi.
"Türkiye tam bağımsızlık istikametinde"
Büyükelçilerle ilgili de konuşan Kurtulmuş, "Bazı çevrelerin, Batılı ülkelerin, oradaki bazı siyaset çevrelerinin anlaması gereken çok önemli bir hususu bir kere daha hatırlatmak isterim. Türkiye öyle eline ev ödevleri vererek bir köşeye sıkıştırılan, 'Bak yap bakalım şu ödevlerini de ondan sonra bakayım, geçmiş misin, geçmemiş misin?' diye bir öğretmen tavrıyla hizaya sokulmaya çalışan bir ülke artık değildir. Türkiye, birtakım ambargolarla korkutulacak, birtakım siyasi mekanizmalarla oluşacak Türkiye karşıtı fikir ve eylemlerle köşeye sıkıştırılacak bir ülke değildir. Türkiye tam bağımsızlık istikametinde. Dünyanın bütün ülkeleriyle ABD'siyle, Rusya'sıyla, Avrupa Birliği'yle de bölgemizdeki çevre komşu ve ülkelerde, eşit ve egemen bir ülke olarak her konuyu müzakere etmeye hazırdır. Türkiye, asla ve asla kendisine talimatla konuşan bir üslupla konuşmalara ne müsaade eder, ne de bundan sonra müsaade eder. Dolayısıyla ister büyükelçileri, ister yayın organları üzerinden oluşturdukları algılarla Türkiye'yi hizaya sokma çabalarını tamamıyla reddediyoruz. Türkiye, Avrupa Birliği ile bütün meselelerini masada dostça konuşur ama hiç kimseye parmak sallayarak konuşmasına müsaade etmez. Eşit ve egemen ülkeler olarak her konuyu konuşuruz. Bu anlamda Türkiye'nin içişlerini ilgilendiren bir konu. Yargıyı ilgilendiren bir konu ise dış siyasetçilerin görevi olmadığı gibi içeride siyaset yapanların da görevi değil. Biz ağzımızı açık Türkiye'deki yargı konusunda bir şey söylemiyoruz. Dolayısıyla yargının kararını beklemek herhalde Avrupalıların da görevidir diye düşünüyorum. İşin daha vahim tarafı, büyükelçiler kendi temsil ettikleri ülkelerle görev yaptıkları ülkeler arasındaki köprüleri kurmak, ülkeler arasındaki ilişkileri sıcak hale getirmek ve ülkeler arasında varsa sorunlar ortadan kaldırması için mücadele etmekle yükümlü olan dış politika uzmanlarıdır. Ne hazin ki Türkiye içerisinde görev yaptıkları ülkeye ültimatom mahiyeti taşıyacak bir bildiri yayınlayacaksınız ve esas vazifeniz olan ülkelerinizle arasını bozacaksınız. Bu açmazdan kabul edilebilir olmadığı gibi vazifeleri bu değildir" ifadelerini kullandı.