Görmez'den Avrupa'ya İslamofobi uyarısı
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Görmez, "Bütün fobiler gibi İslamofobi de irrasyoneldir, kısır döngüdür, kendi kendini üretir ve konusundan bağımsızdır" dedi.
Avrasya İslam Şurası Sekreteryası'nın organizatörlüğünde "Avrupa Müslümanları Buluşması", Belçika'nın başkenti Brüksel yakınlarındaki Genval kasabasında başladı.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, iki gün sürecek toplantının açılış konuşmasında, Avrupa'ya İslamofobi uyarısında bulundu.
1995 yılından itibaren düzenli olarak toplanan Avrasya İslam Şurası'nın 2012 İstanbul şurasında Avrupa'da bir toplantı yapılmasına karar verildiğini ve Belçika'da İslam'ın resmi din olarak tanınmasının 40. yılı olması ve AB'ye evsahipliği yapması dolayısıyla Brüksel'in seçildiğini anlatan Görmez, "İslam ve Müslümanlar, geçmişte olduğu gibi bugün de Avrupa toplumlarının gerçeğidir" dedi.
Görmez, şöyle konuştu:
"Elbette İslam, fikirleriyle ve keşifleriyle Avrupa’nın Rönesansına, yani yeniden doğmasına katkıda bulunmuştur. İslam’ın ilk dönemlerinde Kuzey Afrika’dan denizi aşarak Avrupa’yla tanışan Müslümanlar uzun bir dönem Güney Avrupa kıyılarına yerleşerek felsefeden sanata, bilimden mimariye ve şehirciliğe kadar büyük bir medeniyet inşa etmişlerdir. Bugün adeta bir ütopya olarak belleğimizde duran Endülüs İslam Medeniyeti, insanlığın inkişaf tarihi açısından da önemli bir deneyim ve kazanımdır."
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Endülüs İslam Medeniyeti'nden geriye "sadece birkaç araba markasının kalmasının" üzücü olduğunu belirtti.
Mehmet Görmez, "Elbette yüzyıllardır şu veya bu şekilde Müslümanlar Avrupa’da yaşayagelmişlerdir ve Balkanları düşünürsek yaşayagelmeyi aralıksız sürdürmüşlerdir. Fakat Balkanlar istisna olmakla birlikte Avrupa’daki Müslüman varlığı bu silsilenin dolaysız bir sonucu değildir. Nitekim 50 yıl önce buraya göç eden Müslümanlar, asırlar boyu süregelen bir İslam varlığına rabıta kuramadılar" tespitinde bulundu.
Göç hareketleriyle Avrupa’da, kendi tarihinde mevcut olduğu halde yok sayılan bir İslam'ın yeniden varlık gösterdiğini kaydeden Görmez, "Üzülerek belirtmek isterim ki göçün bu 50 yılında, bu 50 yıllık Müslüman varlığı da büyük sorunları beraberinde getirmiş ve hala birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde meşru bir zemine kavuşmamıştır. Müslümanlar Avrupa’yı benimseyip, ikamet yerleri, evleri olarak kabul ettikçe, evsahibi Avrupa’nın tereddütleri artmıştır" dedi.
Prof. Dr. Görmez, "Acaba Avrupa, Müslümanları başından beri ancak misafir ve geçici ziyaretçi olarak mı düşünmüştür? Avrupa hala bu düşüncede midir? Müslümanlar yalnızca misafir olmadıklarını ifade ettiklerinde, Avrupa ülkeleri onları neden seferi bırakmak için gayrete girmiştir?" diye sordu.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Avrupa ülkelerinin Müslümanlara bakışıyla ilgili genelleme yapmaktan kaçınmak gerektiğini çünkü son dönemde birçok Avrupa ülkesinin Müslümanları yerli olarak kabul etmenin siyaseti ve hukuku peşinde olduğunu dile getirdi.
"AVRUPA BİRLİĞİ'NİN HALA ISLAHA MUHTAÇ OLDUĞU ORTADADIR"
Bugün Belçika’nın İslam’ı resmi din olarak kabul etmesinin 40. yıl dönümü olduğunu hatırlatan Görmez, "Fakat Avrupa Birliği'nin hala ıslaha muhtaç olduğu ortadadır. Bu ıslahın İslam’a dönük yüzünde Balkan Müslümanlarının yön gösterici olabileceği akla gelmektedir. Ancak misafirlikten yerliye geçiş sürecinde Balkanlar'daki Müslümanların kaderini bir an için gözümüzün önüne getirdiğimizde, Bosna ve Kosova savaşlarını, Srebrenitsa katliamını düşündüğümüzde, Avrupa’da bu yön gösterme fırsatının ne hale getirildiğini de unutmamak gerekir" ifadesini kullandı.
Balkanlar örneğini sadece bununla açıklamanın çok dar bir yaklaşım olacağını söyleyen Görmez, "Ancak Avrupa’da Balkan krizinin aynı zamanda İslam bağlamında düşünülmesi dikkate şayandır. Doğrusu bu, İslam korkusunun, İslamofobinin ne kadar hızlı bir şekilde İslam karşıtlığı ve nefretine dönüştüğünü işaret etmektedir" diye konuştu.
İnsanların varlıkları, hayatları ve hayatlarının sürdürülebilirliğiyle ilgili reel korkuları olabileceğini fakat bu tür kaygıların zaman zaman İslam karşıtlığı, yabancı düşmanlığı veya İslamofobi olarak dışa vurulmasının düşündürücü olduğunu ifade eden Görmez, şunları kaydetti:
"Dışavurumun bu şekilde gerçekleşmesi medya üzerinden inşa edilmektedir. Harici, yabancı ve yerine göre irrasyonel ve tehlikeli olarak tasvir edilen İslam, derin bireysel ve kitlesel kaygıları yansıtmanın hazır zeminine dönüşmektedir. Esasında tüm bunlar bir şekilde anlaşılabilir ve çözümlenebilir. Ancak İslamofobi bir siyaset ve stratejiye dönüştüğünde, konu gerçekten tehlikeli ve çarpık olmaya başlar. Çünkü stratejiye dönüşmüş bir fobi, kaçınılmaz olarak nefret, karşıtlık, ayrımcılık ve dışlama üretir."
Prof. Dr. Görmez, "Avrupa ülkelerinin İslam'a karşı tavırlarının İslam’la teması olmayan bir kısır döngü olduğunu görmüyor olmaları çözümü zorlaştırmaktadır. Bütün fobiler gibi İslamofobi de irrasyoneldir, kısır döngüdür, kendi kendini üretir ve konusundan bağımsızdır. Bu yüzden Avrupa’nın İslam’a yaklaşımı ancak kendi korkularını yendiğinde gerçekten mümkün olacaktır" değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa'nın İslam'a bakışında iki büyük hataya dikkati çeken Görmez, şöyle konuştu:
"Birincisi, Avrupa’nın kendi birliğini kurgulama sürecinde İslamiyet’i dışarıda tutması, hatta zaman zaman dillendirildiği üzere, bu dışlamayı kimlik oluşturmanın bir unsuru olarak tasarlaması hem tarih namına, hem günümüz realitesi karşısında küçümsenemez bir hata olacaktır. Diğeri ise kendi rasyonelliğini yitiren veya tanımlayamayacak kadar büyümüş ve karmaşıklaşmış olan Avrupa’nın bu rasyonelliği tersinden, İslamiyet’in irrasyonelliği üzerinden inşa etmeye kalkışmasıdır. Bu çaba yanlış bir önermedir. Müslümanlarla rasyonel bir zeminde konuşmanın yapılarını arayan ülkeler, zımnen atfettikleri irrasyonellik iddialarını gözden geçirmelidir. Belki bu iddianın kendisinin ne kadar irrasyonel bir temele oturduğu o zaman ortaya çıkacaktır."
"ÇOĞULCULUK ANAHTAR KAVRAM"
Avrupa'da yaşayan Müslümanların karşılaştığı sorunların aşılmasında çoğulculuğun anahtar bir kavram olduğunu dile getiren Görmez, hem İslam'ın farklı din ve inanç mensuplarına bakışında hem de Müslümanların tarih boyunca yaygın olan uygulamalarında çoğulculuk ilkesinin görüldüğünü söyledi.
İslam’ın evrensel mesajının özünün, alçak gönüllülüğe, haddini bilmeye, hakka ve adalete, dayanışmaya, tutumluluğa ve paylaşmaya, aile hayatına sahip çıkmaya ve sadakate samimi ve ısrarlı çağrı olduğunu belirten Görmez, bu çağrının Müslüman toplumlar tarafından yüzlerce yıl yaşatıldığını kaydetti. Görmez, bunun sonucunda da İslam medeniyetinin oluşturduğu toplumların yüzyıllar boyunca başka hiçbir toplum ve ülkeye nasip olmayacak kadar çok dinli, çok kültürlü, çok ırklı toplumlar olduğuna işaret etti.
Modern dünyada çok dinlilik ve çok kültürlülük yerine daha çok açıktan veya dolaylı olarak bireyin dini ve kültürel aidiyetini değiştirmeye ve dönüştürmeye yönelik bir stratejinin benimsendiğinin gözlemlendiğini anlatan Görmez, şöyle devam etti:
"Bu bağlamda asimilasyon ve entegrasyon arasındaki Batılı literatüre has net ayrımların henüz ortalama bir Müslümanı ikna edecek bir berraklığa sahip olmadığını ısrarla belirtmek isterim. Oysa dinlerle ilişki kurarken, onların gücünden yararlanılırken şu hususa dikkat edilmelidir: Öteki addedilen kültürleri ve dinleri dışarıdan müdahale ile yeniden biçimlendirmeye ve tanımlamaya yönelik stratejiler, çok kültürlü bir toplum vizyonu ortaya koyamazlar. Olması gereken tersidir. Ötekileştirilen bireylerin ve grupların kendilerini geliştirme, ifade etme ve lüzumu halinde iç dinamikleri ile biçimlendirme imkanlarının, şiddet ve şiddet eğilimi istisna tutularak, sınırlandırılmamasıdır. Toplumsal süreçlere aktif katılım ve ortak geleceği birlikte belirlemenin başkaca yolu da yoktur."
Günümüzde ön yargılardan kaynaklanma ihtimali yüksek "Avrupa İslam'ı", "ılımlı İslam" gibi kavramların esasında "aydınlanmış bir İslam", "reforme edilmiş bir İslam" ya da daha masum bir tanımlamayla "Avrupa normlarına uyumlu İslam" gibi yaklaşımları temsil ettiğini belirten Görmez, "Bu yaklaşımlarda İslam’ın toplumsal huzur ve güvenlik için tehdit teşkil ettiği ön yargısı bulunmaktadır. Bu ön yargıdan olsa gerek, kavramsal yaklaşımlarla ortaya konan bu sürecin, Müslümanların bir anlamda izolasyonu ile başarıya ulaşacağı tezlerini dahi işitmek mümkün olmuştur" ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Görmez, "Avrupa Birliği Komisyonu'nun 2009 yılında ele aldığı ve Avrupa Birliği ülkeleri içinde yoğun Müslüman nüfusa sahip olanların İslam ilahiyat merkezleri oluşturmaları tavsiyesinin arkasında şayet, Müslümanların dinlerine dair akademik bilgiyi elde etmelerinde, onları İslâm ülkelerinin dini bilgi birikiminden uzak tutmak ve bunu Avrupa’da sil baştan yeniden oluşturmaya çalışmak gibi izole edici bir yaklaşım varsa elbette bu tavsiye kararı, hem akademik düşünceye, hem de İslam’ın günümüzde farklı ülkelerde temsil edilen zengin dini ve kültürel geleneğine büyük bir haksızlık olur. Dahası din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale olarak da telakki edilebilir" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Avrupa'da bazı aşırı sağ ve İslam karşıtı siyasi hareketlerin ise İslam'ı, dönüştürülmesi beklenecek bir din değil, bilakis Avrupa topraklarından silinmesi için mücadele edilmesi gereken bir din olarak gördüklerini hatırlattı.
"AYRIMCILIK VE ŞİDDETİ AŞIRI SAĞ PARTİLER Mİ BESLİYOR?"
Bu siyasi hareketlerin parti programlarında ve propagandalarında Avrupa’nın giderek İslamlaştığından, bunun ise Avrupa için tehdit oluşturduğundan bahsettiğini vurgulayan Görmez, "Avrupa’nın birçok ülkesinde Müslümanlara ve yabancılara karşı yöneltilen ayrımcılık ve şiddeti acaba bu aşırı sağ partiler mi besliyor? Aşırı sağ partilerle şiddet yanlıları arasında herhangi bir iletişim ve ilişkiden söz etmek mümkün müdür? Bu sorulara net bir şekilde cevap vermek kolay olmamakla birlikte basından ve medyadan takip ettiğimiz kadarıyla iki kesim arasında bir iletişim ve ilişkinin varlığı konusunda zihinlerde pek çok şüphe bulunmaktadır" şeklinde konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları kaydetti:
"Bugün, İslam’ın barış ve rahmet yüklü mesajını şiddet ve acıya alet edenler kadar İslam’a töhmet, bühtan, nefret söylemi geliştiren ve çeşitli fiili saldırılarda bulunanlar, keza bunları hoş görenler birer insanlık suçu işlemektedirler. Avrupa’nın birçok ülkesinde bu tür işlenen suç envanterinin, şimdilik herhangi bir ülke ismi vermeden, bir hayli kabarık olduğunu dile getirmekle yetinmek istiyorum. Bununla birlikte İslam’a yönelik nefret söyleminin yine bazı Avrupa ülkelerinde nefret suçları kapsamına alındığını, istatistik ve rapor hazırlandığını da zikretmek istiyorum."
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, iki gün sürecek toplantının açılış konuşmasında, Avrupa'ya İslamofobi uyarısında bulundu.
1995 yılından itibaren düzenli olarak toplanan Avrasya İslam Şurası'nın 2012 İstanbul şurasında Avrupa'da bir toplantı yapılmasına karar verildiğini ve Belçika'da İslam'ın resmi din olarak tanınmasının 40. yılı olması ve AB'ye evsahipliği yapması dolayısıyla Brüksel'in seçildiğini anlatan Görmez, "İslam ve Müslümanlar, geçmişte olduğu gibi bugün de Avrupa toplumlarının gerçeğidir" dedi.
Görmez, şöyle konuştu:
"Elbette İslam, fikirleriyle ve keşifleriyle Avrupa’nın Rönesansına, yani yeniden doğmasına katkıda bulunmuştur. İslam’ın ilk dönemlerinde Kuzey Afrika’dan denizi aşarak Avrupa’yla tanışan Müslümanlar uzun bir dönem Güney Avrupa kıyılarına yerleşerek felsefeden sanata, bilimden mimariye ve şehirciliğe kadar büyük bir medeniyet inşa etmişlerdir. Bugün adeta bir ütopya olarak belleğimizde duran Endülüs İslam Medeniyeti, insanlığın inkişaf tarihi açısından da önemli bir deneyim ve kazanımdır."
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Endülüs İslam Medeniyeti'nden geriye "sadece birkaç araba markasının kalmasının" üzücü olduğunu belirtti.
Mehmet Görmez, "Elbette yüzyıllardır şu veya bu şekilde Müslümanlar Avrupa’da yaşayagelmişlerdir ve Balkanları düşünürsek yaşayagelmeyi aralıksız sürdürmüşlerdir. Fakat Balkanlar istisna olmakla birlikte Avrupa’daki Müslüman varlığı bu silsilenin dolaysız bir sonucu değildir. Nitekim 50 yıl önce buraya göç eden Müslümanlar, asırlar boyu süregelen bir İslam varlığına rabıta kuramadılar" tespitinde bulundu.
Göç hareketleriyle Avrupa’da, kendi tarihinde mevcut olduğu halde yok sayılan bir İslam'ın yeniden varlık gösterdiğini kaydeden Görmez, "Üzülerek belirtmek isterim ki göçün bu 50 yılında, bu 50 yıllık Müslüman varlığı da büyük sorunları beraberinde getirmiş ve hala birlikte yaşama ahlakı ve hukuku çerçevesinde meşru bir zemine kavuşmamıştır. Müslümanlar Avrupa’yı benimseyip, ikamet yerleri, evleri olarak kabul ettikçe, evsahibi Avrupa’nın tereddütleri artmıştır" dedi.
Prof. Dr. Görmez, "Acaba Avrupa, Müslümanları başından beri ancak misafir ve geçici ziyaretçi olarak mı düşünmüştür? Avrupa hala bu düşüncede midir? Müslümanlar yalnızca misafir olmadıklarını ifade ettiklerinde, Avrupa ülkeleri onları neden seferi bırakmak için gayrete girmiştir?" diye sordu.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Avrupa ülkelerinin Müslümanlara bakışıyla ilgili genelleme yapmaktan kaçınmak gerektiğini çünkü son dönemde birçok Avrupa ülkesinin Müslümanları yerli olarak kabul etmenin siyaseti ve hukuku peşinde olduğunu dile getirdi.
"AVRUPA BİRLİĞİ'NİN HALA ISLAHA MUHTAÇ OLDUĞU ORTADADIR"
Bugün Belçika’nın İslam’ı resmi din olarak kabul etmesinin 40. yıl dönümü olduğunu hatırlatan Görmez, "Fakat Avrupa Birliği'nin hala ıslaha muhtaç olduğu ortadadır. Bu ıslahın İslam’a dönük yüzünde Balkan Müslümanlarının yön gösterici olabileceği akla gelmektedir. Ancak misafirlikten yerliye geçiş sürecinde Balkanlar'daki Müslümanların kaderini bir an için gözümüzün önüne getirdiğimizde, Bosna ve Kosova savaşlarını, Srebrenitsa katliamını düşündüğümüzde, Avrupa’da bu yön gösterme fırsatının ne hale getirildiğini de unutmamak gerekir" ifadesini kullandı.
Balkanlar örneğini sadece bununla açıklamanın çok dar bir yaklaşım olacağını söyleyen Görmez, "Ancak Avrupa’da Balkan krizinin aynı zamanda İslam bağlamında düşünülmesi dikkate şayandır. Doğrusu bu, İslam korkusunun, İslamofobinin ne kadar hızlı bir şekilde İslam karşıtlığı ve nefretine dönüştüğünü işaret etmektedir" diye konuştu.
İnsanların varlıkları, hayatları ve hayatlarının sürdürülebilirliğiyle ilgili reel korkuları olabileceğini fakat bu tür kaygıların zaman zaman İslam karşıtlığı, yabancı düşmanlığı veya İslamofobi olarak dışa vurulmasının düşündürücü olduğunu ifade eden Görmez, şunları kaydetti:
"Dışavurumun bu şekilde gerçekleşmesi medya üzerinden inşa edilmektedir. Harici, yabancı ve yerine göre irrasyonel ve tehlikeli olarak tasvir edilen İslam, derin bireysel ve kitlesel kaygıları yansıtmanın hazır zeminine dönüşmektedir. Esasında tüm bunlar bir şekilde anlaşılabilir ve çözümlenebilir. Ancak İslamofobi bir siyaset ve stratejiye dönüştüğünde, konu gerçekten tehlikeli ve çarpık olmaya başlar. Çünkü stratejiye dönüşmüş bir fobi, kaçınılmaz olarak nefret, karşıtlık, ayrımcılık ve dışlama üretir."
Prof. Dr. Görmez, "Avrupa ülkelerinin İslam'a karşı tavırlarının İslam’la teması olmayan bir kısır döngü olduğunu görmüyor olmaları çözümü zorlaştırmaktadır. Bütün fobiler gibi İslamofobi de irrasyoneldir, kısır döngüdür, kendi kendini üretir ve konusundan bağımsızdır. Bu yüzden Avrupa’nın İslam’a yaklaşımı ancak kendi korkularını yendiğinde gerçekten mümkün olacaktır" değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa'nın İslam'a bakışında iki büyük hataya dikkati çeken Görmez, şöyle konuştu:
"Birincisi, Avrupa’nın kendi birliğini kurgulama sürecinde İslamiyet’i dışarıda tutması, hatta zaman zaman dillendirildiği üzere, bu dışlamayı kimlik oluşturmanın bir unsuru olarak tasarlaması hem tarih namına, hem günümüz realitesi karşısında küçümsenemez bir hata olacaktır. Diğeri ise kendi rasyonelliğini yitiren veya tanımlayamayacak kadar büyümüş ve karmaşıklaşmış olan Avrupa’nın bu rasyonelliği tersinden, İslamiyet’in irrasyonelliği üzerinden inşa etmeye kalkışmasıdır. Bu çaba yanlış bir önermedir. Müslümanlarla rasyonel bir zeminde konuşmanın yapılarını arayan ülkeler, zımnen atfettikleri irrasyonellik iddialarını gözden geçirmelidir. Belki bu iddianın kendisinin ne kadar irrasyonel bir temele oturduğu o zaman ortaya çıkacaktır."
"ÇOĞULCULUK ANAHTAR KAVRAM"
Avrupa'da yaşayan Müslümanların karşılaştığı sorunların aşılmasında çoğulculuğun anahtar bir kavram olduğunu dile getiren Görmez, hem İslam'ın farklı din ve inanç mensuplarına bakışında hem de Müslümanların tarih boyunca yaygın olan uygulamalarında çoğulculuk ilkesinin görüldüğünü söyledi.
İslam’ın evrensel mesajının özünün, alçak gönüllülüğe, haddini bilmeye, hakka ve adalete, dayanışmaya, tutumluluğa ve paylaşmaya, aile hayatına sahip çıkmaya ve sadakate samimi ve ısrarlı çağrı olduğunu belirten Görmez, bu çağrının Müslüman toplumlar tarafından yüzlerce yıl yaşatıldığını kaydetti. Görmez, bunun sonucunda da İslam medeniyetinin oluşturduğu toplumların yüzyıllar boyunca başka hiçbir toplum ve ülkeye nasip olmayacak kadar çok dinli, çok kültürlü, çok ırklı toplumlar olduğuna işaret etti.
Modern dünyada çok dinlilik ve çok kültürlülük yerine daha çok açıktan veya dolaylı olarak bireyin dini ve kültürel aidiyetini değiştirmeye ve dönüştürmeye yönelik bir stratejinin benimsendiğinin gözlemlendiğini anlatan Görmez, şöyle devam etti:
"Bu bağlamda asimilasyon ve entegrasyon arasındaki Batılı literatüre has net ayrımların henüz ortalama bir Müslümanı ikna edecek bir berraklığa sahip olmadığını ısrarla belirtmek isterim. Oysa dinlerle ilişki kurarken, onların gücünden yararlanılırken şu hususa dikkat edilmelidir: Öteki addedilen kültürleri ve dinleri dışarıdan müdahale ile yeniden biçimlendirmeye ve tanımlamaya yönelik stratejiler, çok kültürlü bir toplum vizyonu ortaya koyamazlar. Olması gereken tersidir. Ötekileştirilen bireylerin ve grupların kendilerini geliştirme, ifade etme ve lüzumu halinde iç dinamikleri ile biçimlendirme imkanlarının, şiddet ve şiddet eğilimi istisna tutularak, sınırlandırılmamasıdır. Toplumsal süreçlere aktif katılım ve ortak geleceği birlikte belirlemenin başkaca yolu da yoktur."
Günümüzde ön yargılardan kaynaklanma ihtimali yüksek "Avrupa İslam'ı", "ılımlı İslam" gibi kavramların esasında "aydınlanmış bir İslam", "reforme edilmiş bir İslam" ya da daha masum bir tanımlamayla "Avrupa normlarına uyumlu İslam" gibi yaklaşımları temsil ettiğini belirten Görmez, "Bu yaklaşımlarda İslam’ın toplumsal huzur ve güvenlik için tehdit teşkil ettiği ön yargısı bulunmaktadır. Bu ön yargıdan olsa gerek, kavramsal yaklaşımlarla ortaya konan bu sürecin, Müslümanların bir anlamda izolasyonu ile başarıya ulaşacağı tezlerini dahi işitmek mümkün olmuştur" ifadesini kullandı.
Prof. Dr. Görmez, "Avrupa Birliği Komisyonu'nun 2009 yılında ele aldığı ve Avrupa Birliği ülkeleri içinde yoğun Müslüman nüfusa sahip olanların İslam ilahiyat merkezleri oluşturmaları tavsiyesinin arkasında şayet, Müslümanların dinlerine dair akademik bilgiyi elde etmelerinde, onları İslâm ülkelerinin dini bilgi birikiminden uzak tutmak ve bunu Avrupa’da sil baştan yeniden oluşturmaya çalışmak gibi izole edici bir yaklaşım varsa elbette bu tavsiye kararı, hem akademik düşünceye, hem de İslam’ın günümüzde farklı ülkelerde temsil edilen zengin dini ve kültürel geleneğine büyük bir haksızlık olur. Dahası din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale olarak da telakki edilebilir" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Avrupa'da bazı aşırı sağ ve İslam karşıtı siyasi hareketlerin ise İslam'ı, dönüştürülmesi beklenecek bir din değil, bilakis Avrupa topraklarından silinmesi için mücadele edilmesi gereken bir din olarak gördüklerini hatırlattı.
"AYRIMCILIK VE ŞİDDETİ AŞIRI SAĞ PARTİLER Mİ BESLİYOR?"
Bu siyasi hareketlerin parti programlarında ve propagandalarında Avrupa’nın giderek İslamlaştığından, bunun ise Avrupa için tehdit oluşturduğundan bahsettiğini vurgulayan Görmez, "Avrupa’nın birçok ülkesinde Müslümanlara ve yabancılara karşı yöneltilen ayrımcılık ve şiddeti acaba bu aşırı sağ partiler mi besliyor? Aşırı sağ partilerle şiddet yanlıları arasında herhangi bir iletişim ve ilişkiden söz etmek mümkün müdür? Bu sorulara net bir şekilde cevap vermek kolay olmamakla birlikte basından ve medyadan takip ettiğimiz kadarıyla iki kesim arasında bir iletişim ve ilişkinin varlığı konusunda zihinlerde pek çok şüphe bulunmaktadır" şeklinde konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, şunları kaydetti:
"Bugün, İslam’ın barış ve rahmet yüklü mesajını şiddet ve acıya alet edenler kadar İslam’a töhmet, bühtan, nefret söylemi geliştiren ve çeşitli fiili saldırılarda bulunanlar, keza bunları hoş görenler birer insanlık suçu işlemektedirler. Avrupa’nın birçok ülkesinde bu tür işlenen suç envanterinin, şimdilik herhangi bir ülke ismi vermeden, bir hayli kabarık olduğunu dile getirmekle yetinmek istiyorum. Bununla birlikte İslam’a yönelik nefret söyleminin yine bazı Avrupa ülkelerinde nefret suçları kapsamına alındığını, istatistik ve rapor hazırlandığını da zikretmek istiyorum."
Yorumlar