İsmail Bayazit

İsmail Bayazit

Ertelenen korkumuz: Deprem!

Coğrafya kaderdir. Son yıllarda en çok duyduğumuz sözlerin başında geliyor.

Bana sorarsanız bu cümle, Türkiye’de ne zaman siyasi, ekonomik veya sosyokültürel bir tartışma olsa hemen herkesin başvurduğu bir ana hattı temsil ediyor.

Sözün aslı, ulu üstatlarımızdan İbn-i Haldun’a ait.

Üstad; bundan yüzlerce yıl önce coğrafyanın toplumların kaderini çizdiğini ya da çizen gerçeklerin başında geldiğini ne güzel ifade etmiş.

Evet, coğrafya sadece bireyin değil, ülkelerin, kentlerin geleceği üstünde son derece belirleyicidir.

Tam da bu noktada “yaşadığımız coğrafya, Türkiye’nin kaderini nasıl etkiledi, etkiliyor ve etkileyecek?” soruları bence çok değerli.

Neyi kastettiğimi izah edeyim. Ama daha önce, Sayın Cumhurbaşkanımızın geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin önüne koyduğu ve büyük bir mücadeleyi başlatacağına dair sinyalleri verdiği 3 temel mesele var.

İşte az önceki sorumuz karşılığını tam olarak bu meselelerde buluyor.

Nedir bu başlıklar? Terör, ekonomi ve deprem.

Üçü de yaşadığımız coğrafyanın dünü, bugünü ve yarınlarıyla doğrudan ilişkili.

Ama ben yerin üstündeki ekonomi ve terör konusunu diğer arkadaşlarımıza bırakıp, yerin altındaki hadiseyi; yani bizi, çocuklarımızı bekleyen, gerçekleştiğinde bir kabus gibi üstümüze çöken deprem konusuna girmek istiyorum.

Maalesef coğrafyamızın kaderi deprem ise de, depremin kaderi sadece olduğunda hatırlanmak…

Ama ben, gerek insani ve vicdani bir sorumluluk gerekse depremin yaşandığı bölgelerdeki acıların şahidi olarak; ısrarla deprem konusunun üzerine gitmek istiyorum.

Bence herkesin eğri oturup doğru konuşması gerekiyor. Coğrafya kaderdir dedik ya hani, Türkiye’nin kaderi çok kısa aralıklarla gerçekleşen büyük depremlerdir.

Şöyle kısacık bir araştırma yaptım. Bakın sadece 2023 yılında küçüklü büyüklü tam 74.230 sarsıntı ve deprem yaşadık.

Yani bu ülke saatte ortalama 3 kez sallanıyor.

Türkiye; deprem istasyonu sayısında, depremin gücünü belirleme teknolojilerinde son derece iyi durumda.

Deprem sonrası bütün Dünya’nın da kabul ettiği üzere afet ve acil durum yönetimi açısından da çok iyi durumdayız.

Fakat; uluslararası literatürde de belirlendiği üzere bir doğal durumu afete dönüştüren şey can kaybıdır.

Yani depremler vardır ve olacaktır; ama siz bunun bir afete dönüşmesini istemiyorsanız can kaybını önleyecek adımları süratle ve işbirliği içerisinde atmak zorundasınız.

Bugün bütün siyasilerin diline pelesenk olan bir başka cümleyle ifade etmek gerekirse “deprem öldürmez, sağlıksız bina öldürür.”

Yani sizin deprem öncesi ve deprem sonrası faaliyetlerde başarılı olmanız deprem anında yaşanacak can kaybını engellemez, engellemiyor. Yaşadık, gördük.

İşte yapmamız gereken şeyi, köşemden bir kez daha en yüksek sesle açıklıyorum.

Ulusal Kentsel Dönüşüm Seferberliği.

Seferberlik kavramını özellikle kullanıyorum.

Çünkü seferberlik; devletin ve milletin tüm güç ve kaynaklarını depreme hazır hale getirmesidir. Ülkenin ekonomisini, yönetimini, yaşanacak afetin gereklerine uyacak duruma sokan hazırlıkları ve önlemleri almasıdır.

Yani sıradan bir vatandaşla, devletin zirvelerinde görev yapan bir bürokratın her sabah aynı teyakkuz haliyle uyanması ve üzerine düşen görevleri yapması gerekmektedir.

Hadi biraz daha geriye gidip Sadi Şirazi’nin o çok güzel nasihatine kulak verelim. “Uzak denizlere açıl demiyorum, lakin bir kez açılmışsan tufandan korkma.”

Bayazit bu sözü neden hatırlatıyor?

2012 yılıydı. Ben de meydandaydım. Sayın Cumhurbaşkanımız, (o zaman başbakan) İstanbul’da kentsel dönüşümü başlatırken şöyle bir cümle kullanmıştı: “Siyasi bedeli ne olursa olsun kentsel dönüşümü başaracağız.”

Yani dönüşüm denizine cesaretle daldı ve aleyhinde gelişecek siyasi tufanlardan korkmadı.

O an düşündüğümü burada yazayım. Cumhurbaşkanımız, kentsel dönüşümün önüne gerilen setleri, engelleri, maniaları her zamanki gibi yine çok önceden görmüştü.

Neydi dönüşümün önündeki engeller ve hala devam ediyor mu?

Vatandaş evini yıktırmaktan çekinecek. Yeniden inşa masraflarını göze alamayacak.

Belediye başkanları; oy kaygısı yüzünden ayak sürüyecek.

Müteahhit; daha çok kazanma derdini güvenli inşaat yapma duygusunun önüne geçirecek.

Bürokrat; bu tarihi dönüşüm sürecine sahadan değil evraklardan bakacak ve daha bir sürü sorun.

Devlet; dönüşümün önündeki gerek mevzuata, gerek de dönüşüm ekonomisine dair tüm engelleri kaldıracak adımları yıllar içinde başarılı bir şekilde atmış olsa da Türkiye’de kentsel dönüşüm hala istenilen seviyede değil.

Son 12 yılda 3.3 milyon konut yenilense de hala dönüşüm bekleyen milyonlarca yuva var.

Türkiye’de 1.3 milyon sosyal konut üretilse de hala güvenli bir yuva hasretiyle yanıp tutuşan olmayan milyonlarca dar gelirli vatandaşımız var.

Bugün devletin kurumları “ev sahibi olmayan tek bir dar gelirli vatandaş kalmayıncaya kadar” mottosuyla çalışma azmini açık yüreklilikle beyan ediyor.

Gelin görün ki; dönüşümü yapmakla sorumlu olan belediyelerin birçoğu oy kaygısıyla ayak diretiyor, vatandaş ise; yeterince yüreklendirilmiyor.

Nietzche’nin de dediği gibi “bazen insanları gerçeği duymak istemezler, çünkü sanrıları yıkılsın istemezler.”

Ama ben insanımız için, çocuklarımızın yarınları için gördüklerimizi ve gerçeklerimizi ifade edeceğim.

Deprem olursa neler yaşayacağımızı daha 1 yıl önce yaşadığımız asrın felaketinde görmedik mi? Gördük.

Yavrularımız enkaz altındayken tüm gelecek hayallerimizin bir anda anlamsızlaştığını görmedik mi? Gördük!

Tüm planlarımızın, mutluluklarımızın nasıl da bir anda buharlaşabileceğini tecrübe etmedik mi? Ettik!

Sözün özü, artık depremle yüzleşmeliyiz. Çünkü bundan kaçamayız.

Bugün her akşam iş dönüşünde çocuklarımıza sarıldığımız o evlerin altı, dev yarıklarla dolu.

Hergün beşmelerle açtığımız dükkanlarımızın kilometrelerce altında hiç durmayan yeraltı heyelanları var.

Konser salonlarımızın, halı sahalarımızın, meydanlarımızın altında gaz ve enerji yükü sessizce birikiyor.

Ve fay hatları hergün santim santim genişliyor.

İşte bilim insanlarımız her gün televizyonlarda feryat ediyor. Hepsi bir ağızdan, ‘’korkulan gün yaklaşıyor’’ diyor.

Saatime bakıyorum. Şimdi tarih 18 Mart 2024! Saat 23.00!

Ben İstanbul’da, evimdeyim. Şu anda bile Marmara Denizi’nin dibinde bir yerlerde gerginlik sessizce birikiyor. Tektonik hareketler artıyor.

Osmangazi köprüsünü biliyorsunuz! O köprünün tam altından başlayıp İmralı Adası’nın kuzeyine kadar uzanan 100 kilometrelik bölgede; devasa bir fay hattı olanca gücüyle bekliyor.

Bundan 2 ay önce ne çok sarsıntı yaşadık. Bursa’da ve Çanakkale’de sarsıntı oluyor, ama en çok İstanbul’umuz korkuyor. Çünkü oralardan daha çok sarsılıyoruz.

Her gün telefonlardayım. Bilim insanlarımızla, deprem uzmanlarıyla görüşüyorum. Ortak kanaat şu! Deprem geliyor!

İşte baştaki soru yine önümüze düştü değil mi? Afet yaşamak bizim kaderimiz mi? Deprem geliyor ama oturduğumuz evlerin durumu ne?

İlgilisi, dertlisi bilir. Bugün İstanbul’da; 7,5 milyon hanemiz var, 16 milyon insanımızla birlikte bu evlerde yaşıyoruz.

Kaçı sağlıksız? 1 milyon 500 bin hane… Hele hele 600 bin konut var ki, çok daha kötü durumda. Tam 2 milyon 400 bin insanımızın oturduğu bu evleri; hemen yarın sabah boşaltıp yıkmamız gerek. İşte depremin oluşacağı yerin altı ile vuracağı yerin üstündeki manzara bu…        

Değerli okuyucum, Gözlerimizi kapayıp bu gerçekleri görmezden gelemeyiz. Hazırlanmalıyız. Yoksa yarın bizim için çok geç olabilir. 99 depreminde yaşadığımız acı tecrübeleri hatırla! Asrın felaketini hatırla!

Eğer İstanbul’da dönüşüm ve afet hazırlıkları bugünkü durağanlıkla sürdürülürse; deprem anında tam bir kaos hakim olabilir.

İstanbul depreminin etkisi, Gölcük depreminin yaklaşık 3 katı büyüklükte bir afete dönüşebilir. Allah korusun, yüzbinlerce canımızı yitirebiliriz.

İstanbul'un özellikle sahil kesimindeki ilçelerde; yani 1. derece deprem bölgesinde yer alan tüm dayanıksız binalar, ilk saniyeler itibariyle hemen yıkılabilir.

Deprem anında en çok ihtiyaç duyduğumuz sahil ve çevre yolları kapanabilir, yardımlar ulaşmayabilir. Kurtarma ekipleri yeterli yardımı sağlayamayabilir.

Ekonomimiz büyük bir darbe alır. Kadim Türkiye düşmanları ve gözü hep İstanbul’da olanlar, bu zor durumumuzdan kim bilir nasıl faydalanmak isteyebilir.
İşte sana, olası bir depreminin sonuçları!

Sözün sonu,

Bin yıldır bu topraklarda yaşayan tüm atalarımız, kardeşlerimiz kendi göbeğini kendi kesti.

Bin yıldır bu toprakların çocukları deyim yerindeyse kendi yardımına, sadece kendisi koştu.

Artık depreme karşı, afetlere karşı birlik vaktidir.

Bir olalım ki diri kalalım.

Deprem konusunda sözümüzü, sesimizi, muhayyilemizi bu köşeden yükseltemeye devam edeceğiz.

Vesselam.

Diğer Yazıları

Yorumlar