Diyanetten sağduyu çağrısı
Diyanet İşleri Başkanlığı’nca, İslam dünyasına sağduyusu çağrısında bulunularak, 'Sıcak çatışma bölgelerindeki dini kurum ve kuruluşların temsilcileri bir araya gelerek başta Irak ve Suriye olmak üzere çatışma alanlarıyla ilgili dini ve ahlaki temelli çözüm girişimlerini başlatmalıdır' denildi.
Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, İslam dünyasında yaşanan krizlerin, siyasi ve askeri gerilimlerin, mezhep ve meşrebe dayandırılmak istenen çatışmaların, İslam dünyasının güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştığına dikkat çekildi. Açıklamada, şöyle denildi:
“ Son olarak Musul başta olmak üzere Irak ve Suriye ekseninde yaşanan kaos ortamı, gerilimi daha da tırmandırmıştır. Bu süreçte üretilen karşılıklı şiddet içerikli beyanlar, cihad ilanları, mukaddes mekânların tahribine dönük tehditler, insan kaçırma ve öldürmeler, yaklaşmakta olan kitlesel faciaların ön sarsıntıları mesabesindedir. Bu olayların büyüyerek geri dönülemez bir noktaya gelmesi durumunda, İslam dünyasında insani, toplumsal, dini ve mezhebi açılardan kalıcı parçalanmalar yaşanması kaçınılmaz olacaktır.” “Bu bağlamda herkesi sorunun çözümü için ortak hareket etmeye ve aşağıdaki hususlar çerçevesinde davranmaya davet ediyoruz” denilen açıklamada önerilen hususlar şöyle sıralandı: “- Müslüman kimliği, her türlü mezhebi, meşrebi, coğrafi, etnik, siyasi ve politik aidiyetin üstündedir. Hiçbir yapı, İslam kardeşliğini ve vahdetini bozmaya yönelik çalışmalara izin vermemelidir. Kur’an ve Sünnet, insanların birbirine canını, kanını, malını ve ırzını dokunulmaz kılmıştır. Haksız yere bir insanın kanını dökmek, dini bakımından en büyük cürüm olarak kabul edilmiştir. - 1400 yıldır bütün farklılıklarıyla bugünlere gelen bir toplumu dini, mezhebi ve etnik temellere dayalı bir yapı ile yönetme imkânı yoktur. Hiç kimse ya da hiçbir grup, bir başkasının inancına, değerine ve düşüncesine savaş açamaz. Herkes yaşadığı topraklarda tarihsel birikimine uygun olarak özgürce yaşama hakkına sahip olmalıdır. Bunun aksine olan her tutum ve davranış, selam ve eman yurdu olan bu topraklarda fitne çıkarmak isteyen unsurlar olarak görülmelidir. - Tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet geleneklerini birbirine karşıt olarak görüp bunun üzerinden güç mücadelesine girmek büyük bir fitne olarak görülmelidir. Ehl-i Beyt de Ehl-i Sünnet de Hz. Peygamber Efendimizdendir. Bu unsurların birbirleriyle çatışma halinde olduğunu savunmak, asla kabul edilemez. - Herhangi bir Müslüman grup, fırka veya cemaatin, kendi dini anlayışını mutlak hakikat kabul ederek diğer anlayışları ötekileştirmesi, tekfir etmesi, tekfir ettiklerini de ölüme mahkûm etmesi asla kabul edilemez. Bu tür anlayışları meşrulaştıracak hiçbir yaklaşım, anlayış ve görüşün, İslâm’dan destek bulması mümkün değildir. - Müslüman’ım diyen herkes İslam dairesindedir. Hiç kimsenin bir başkasını İslâm’dan çıkartma salahiyeti yoktur. Tekfiri esas alan yapılar, nasıl ki tarihte Müslüman vicdanlar tarafından mahkûm edilmişse bugün de nevzuhur bu düşüncelerin maşeri vicdan tarafından kabul görmeyeceği açıktır. Sağduyu ve vicdan sahibi her Müslüman, basiret ve ferasetiyle, bu tür yapıların kökleşmesine hiçbir zaman fırsat vermeyecektir. - Çıkar çatışmalarının kurbanı olan savunmasız insanların, çocukların, kadınların ve yaşlıların yok edilmesi ve insanların yerlerinden yurtlarından sürülmesi üzerine inşa edilecek bir yapının, kendisini İslâm’la bağdaştırması mümkün değildir. - Bazı çevrelerin, Necef ve Kerbela’da bulunan Ehl-i Beytin büyükleri Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Ebu’lFadl Abbas gibi manevi şahsiyetlerin mezarlarının tahrip edilmesine yönelik tehdit içeren açıklamaları asla kabul edilemez. Zira Necef ve Kerbela gibi müstesna mekânlar, Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Ebü’lFadl Abbas gibi Ehl-i Beyt büyükleri, Şiilerin veya Sünnilerin değil, bütün İslam ümmetinin ortak, büyük değerleridir. - Aynı şekilde bazı çevrelerin diğerlerine karşı cihat ilan etmesi de kabul edilemez. Zira Kur’an ve Sünnet, Müslümanın Müslümana canını ve kanını helal gören bir cihadı asla emretmemiştir. Bugün Müslümanların topyekûn başvuracağı en büyük cihad, taassuba, fakirliğe, cehalete, fitneye ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. Hiç kimse, zulme karşı cihad iddiasıyla başkaca mazlûmiyetlerin yaşanmasını meşru gösteremez. - Bu süreçte bireysel olarak âlimlerden ve dini kurumlardan ilan edilen fetvalar, son derece kaygı vericidir. Bugün, âlimlere düşen en büyük görev, Müslüman toplumları ayrıştırmaya yönelik fetvalar vermek yerine; İslam dünyasındaki farklılıkları bir rahmet ve zenginlik olarak görüp barış içinde birlikte yaşamanın ahlakını ve hukukunu yeniden inşa etmek olmalıdır. Bugün, mezhep çatışmasını ve akan kanı durdurmayan bir sözün hiçbir kıymeti olmadığı gibi, akacak kana sebep olacak fetvaların da hiçbir değeri yoktur. Aksi takdirde bütün İslam âlemi suç ortamına, bütün İslam âlimleri de suç ortağına dönüşür. Bütün bu olup bitenleri sadece kaygıyla izlemek yetmez. Elim sonuçlar doğuracak bir çatışmayı engellemek için bütün dini liderler ve âlimler kararlılıkla birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Bu hepimizin dini, ahlaki ve vicdani görevidir. - Sıcak çatışma bölgelerindeki dini kurum ve kuruluşların temsilcileri bir araya gelerek başta Irak ve Suriye olmak üzere çatışma alanlarıyla ilgili dini ve ahlaki temelli çözüm girişimlerini başlatmalıdır. İslâm dünyasındaki dini-manevi sahadaki kanaat önderlerinden oluşan bir heyet, mezhep odaklı kamplaşmaların ortadan kaldırılması için inisiyatif almalıdır. Bu yönde uluslararası niteliği haiz Müslüman kurum ve kuruluşlar, sorumluluk üstlenmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu konuda görev üstlenmekten bahtiyarlık duyacaktır.”
“ Son olarak Musul başta olmak üzere Irak ve Suriye ekseninde yaşanan kaos ortamı, gerilimi daha da tırmandırmıştır. Bu süreçte üretilen karşılıklı şiddet içerikli beyanlar, cihad ilanları, mukaddes mekânların tahribine dönük tehditler, insan kaçırma ve öldürmeler, yaklaşmakta olan kitlesel faciaların ön sarsıntıları mesabesindedir. Bu olayların büyüyerek geri dönülemez bir noktaya gelmesi durumunda, İslam dünyasında insani, toplumsal, dini ve mezhebi açılardan kalıcı parçalanmalar yaşanması kaçınılmaz olacaktır.” “Bu bağlamda herkesi sorunun çözümü için ortak hareket etmeye ve aşağıdaki hususlar çerçevesinde davranmaya davet ediyoruz” denilen açıklamada önerilen hususlar şöyle sıralandı: “- Müslüman kimliği, her türlü mezhebi, meşrebi, coğrafi, etnik, siyasi ve politik aidiyetin üstündedir. Hiçbir yapı, İslam kardeşliğini ve vahdetini bozmaya yönelik çalışmalara izin vermemelidir. Kur’an ve Sünnet, insanların birbirine canını, kanını, malını ve ırzını dokunulmaz kılmıştır. Haksız yere bir insanın kanını dökmek, dini bakımından en büyük cürüm olarak kabul edilmiştir. - 1400 yıldır bütün farklılıklarıyla bugünlere gelen bir toplumu dini, mezhebi ve etnik temellere dayalı bir yapı ile yönetme imkânı yoktur. Hiç kimse ya da hiçbir grup, bir başkasının inancına, değerine ve düşüncesine savaş açamaz. Herkes yaşadığı topraklarda tarihsel birikimine uygun olarak özgürce yaşama hakkına sahip olmalıdır. Bunun aksine olan her tutum ve davranış, selam ve eman yurdu olan bu topraklarda fitne çıkarmak isteyen unsurlar olarak görülmelidir. - Tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet geleneklerini birbirine karşıt olarak görüp bunun üzerinden güç mücadelesine girmek büyük bir fitne olarak görülmelidir. Ehl-i Beyt de Ehl-i Sünnet de Hz. Peygamber Efendimizdendir. Bu unsurların birbirleriyle çatışma halinde olduğunu savunmak, asla kabul edilemez. - Herhangi bir Müslüman grup, fırka veya cemaatin, kendi dini anlayışını mutlak hakikat kabul ederek diğer anlayışları ötekileştirmesi, tekfir etmesi, tekfir ettiklerini de ölüme mahkûm etmesi asla kabul edilemez. Bu tür anlayışları meşrulaştıracak hiçbir yaklaşım, anlayış ve görüşün, İslâm’dan destek bulması mümkün değildir. - Müslüman’ım diyen herkes İslam dairesindedir. Hiç kimsenin bir başkasını İslâm’dan çıkartma salahiyeti yoktur. Tekfiri esas alan yapılar, nasıl ki tarihte Müslüman vicdanlar tarafından mahkûm edilmişse bugün de nevzuhur bu düşüncelerin maşeri vicdan tarafından kabul görmeyeceği açıktır. Sağduyu ve vicdan sahibi her Müslüman, basiret ve ferasetiyle, bu tür yapıların kökleşmesine hiçbir zaman fırsat vermeyecektir. - Çıkar çatışmalarının kurbanı olan savunmasız insanların, çocukların, kadınların ve yaşlıların yok edilmesi ve insanların yerlerinden yurtlarından sürülmesi üzerine inşa edilecek bir yapının, kendisini İslâm’la bağdaştırması mümkün değildir. - Bazı çevrelerin, Necef ve Kerbela’da bulunan Ehl-i Beytin büyükleri Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Ebu’lFadl Abbas gibi manevi şahsiyetlerin mezarlarının tahrip edilmesine yönelik tehdit içeren açıklamaları asla kabul edilemez. Zira Necef ve Kerbela gibi müstesna mekânlar, Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Ebü’lFadl Abbas gibi Ehl-i Beyt büyükleri, Şiilerin veya Sünnilerin değil, bütün İslam ümmetinin ortak, büyük değerleridir. - Aynı şekilde bazı çevrelerin diğerlerine karşı cihat ilan etmesi de kabul edilemez. Zira Kur’an ve Sünnet, Müslümanın Müslümana canını ve kanını helal gören bir cihadı asla emretmemiştir. Bugün Müslümanların topyekûn başvuracağı en büyük cihad, taassuba, fakirliğe, cehalete, fitneye ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. Hiç kimse, zulme karşı cihad iddiasıyla başkaca mazlûmiyetlerin yaşanmasını meşru gösteremez. - Bu süreçte bireysel olarak âlimlerden ve dini kurumlardan ilan edilen fetvalar, son derece kaygı vericidir. Bugün, âlimlere düşen en büyük görev, Müslüman toplumları ayrıştırmaya yönelik fetvalar vermek yerine; İslam dünyasındaki farklılıkları bir rahmet ve zenginlik olarak görüp barış içinde birlikte yaşamanın ahlakını ve hukukunu yeniden inşa etmek olmalıdır. Bugün, mezhep çatışmasını ve akan kanı durdurmayan bir sözün hiçbir kıymeti olmadığı gibi, akacak kana sebep olacak fetvaların da hiçbir değeri yoktur. Aksi takdirde bütün İslam âlemi suç ortamına, bütün İslam âlimleri de suç ortağına dönüşür. Bütün bu olup bitenleri sadece kaygıyla izlemek yetmez. Elim sonuçlar doğuracak bir çatışmayı engellemek için bütün dini liderler ve âlimler kararlılıkla birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir. Bu hepimizin dini, ahlaki ve vicdani görevidir. - Sıcak çatışma bölgelerindeki dini kurum ve kuruluşların temsilcileri bir araya gelerek başta Irak ve Suriye olmak üzere çatışma alanlarıyla ilgili dini ve ahlaki temelli çözüm girişimlerini başlatmalıdır. İslâm dünyasındaki dini-manevi sahadaki kanaat önderlerinden oluşan bir heyet, mezhep odaklı kamplaşmaların ortadan kaldırılması için inisiyatif almalıdır. Bu yönde uluslararası niteliği haiz Müslüman kurum ve kuruluşlar, sorumluluk üstlenmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu konuda görev üstlenmekten bahtiyarlık duyacaktır.”
Yorumlar