Arakan: Zulmün Bitmediği Coğrafya

Myanmar’ın batısında Bengal Körfezi'ne bakan Arakan eyaletinde devam eden şiddet olaylarına son günlerde yenileri eklendi.

Arakan eyaletinde bir ayı aşkın süredir yine gerginlik hakim. Aslında son dört yıldır zaman zaman düşük bir profil sergilemekle birlikte, gerginliğin bitmediği, bölgedeki Müslümanların baskı ve şiddet ortamından uzaklaştırılamadığı bir bölge Arakan.

9 Ekim’den bu yana gerçekleşen hadiselerin önceki dönemlerden ayrılan yönleri olduğu görülüyor. İlki coğrafi konumu itibarıyla çatışmaların halkın önemli bir bölümünün yaşadığı eyalet başkenti Sittwe çevresinde değil de, eyaletin ve dolayısıyla Myanmar’ın Bangladeş’le sınır bölgesinde gerçekleşiyor olması. Bir diğer husus ise operasyonlarda hedef alınan kişilerle ilgili olarak resmi makamlarca ilk kez 'isyancı' kavramının kullanılması. 

2012 yılı mayıs sonu ve haziran ayında uluslararası medyaya yansıyan şiddet olayları eyalet başkenti Sittwe ve civarında gerçekleşmişti. Son olaylar ise Arakan eyaleti ile Bangladeş sınırında meydana geldi. Burası Arakanlıların Bangladeş’e yasa dışı yollardan geçiş güzergahı olması yönüyle dikkat çeken bir bölge. Sınır bölgesi olmanın getirdiği zorlukların dışında hem Bangdaleş hem de özellikle Myanmar resmi makamlarının Arakanlılara yönelik yaklaşımları bu toplumun çilesini daha da artırıyor.

Maruz kalınan baskılara tepki

Myanmar resmi makamlarından yapılan açıklamalarda, Bangladeş’ten sınırı geçen birkaç yüz kişilik bir grubun üç polis noktasına saldırdığı bildirildi. Böylesi bir saldırı ilk defa gerçekleştiriliyor. Bununla birlikte saldırıyı gerçekleştiren grubun, daha çok kesici türden silahlara sahip olması ve saldırdıkları polis noktalarındaki güvenlik güçlerinin silahlarını almaları, olayın, kapsamlı ve büyük çaplı bir organizasyondan ziyade maruz kalınan baskı ve zulümler sonrasında ortaya konulan bir tepki olduğunu düşündürüyor.

Arakanlı oldukları tahmin edilen bu grubun saldırısının ardından, güvenlik güçlerinin takviye edilmesi ve bölgede Müslüman kitleleri hedef alan bir operasyona başlanması çeşitli insan hakları örgütlerince yine bir baskı ve şiddet ortamının doğabileceği uyarılarını da beraberinde getirdi. Son günlerde bölge halkının köylerini terk ederek kaçmaları da bu kaygıları teyid eder mahiyette.

‘Sınırın öte yakasından yapılan saldırı’ olgusu, bölgede yeni bir gelişme olarak değerlendirilmeli. ‘Sınırın öte yakası’ denilerek esasında kastedilen Bangladeşliler değil, aksine Arakanlı Müslümanlar. Ancak bunun bir tür kafa karışıklığına yol açması da mümkün. Arakan eyaletinde yaşanan zorluklardan kaçanlar, sınırın öte yakasında Bangladeş'te Cox’s Bazar şehrine kadar olan bölgede, örneğin Kutupalong, Nayapara, Leda Site yerleşim yerlerinde hayat sürmeye çalışıyorlar. Kaldı ki Arakan’dan Bangladeş’e göç son dört yılda yaşananlarla sınırlı değil. 1980’li yıllardaki şiddet dalgası önemli bir göç hadisesinin yaşanmasına neden olmuştu.

Bu göçlere rağmen, sınırın öte yakasında, yani Bangladeş’te yaşamın tatminkar olduğu soucu çıkarılmamalı. Yoğun nüfuslu Bangladeş’te işsizlik ve yoksulluk kadar mevcut hükümetin zaten ülkedeki belli başlı Müslüman gruplara yönelik baskıcı tutumu, yanı başındaki göçmen Müslümanlara yönelik politikalarını da şu veya bu şekilde etkiliyor. Ayrıca, ‘komşu ülke’ Myanmar yönetimiyle aranın bozulmaması çabasının da bu politikada bir rolü var.

2012 sonrası süreç

2012 yılında yaşananlardan sonra uluslararası kamuoyunun verdiği tepkiler karşısında dönemin Devlet Başkanı Thein Sein'in, Arakanlı Müslüman toplumla ilgili olumlu değişiklikler olacağı 'sözü' yerine getirilmedi. Bu çerçevede, aradan geçen üç yılı aşkın zamanda Arakanlı Müslümanların konumunda bir iyileşmeden bahsetmek maalesef mümkün değil. Şehir ve kasabalardan çıkartılan Müslümanlar sığınmacı kampları adıyla anılan yerlerde sınırlı imkânlar ve haklarla yaşam sürmeye devam ediyorlar.

Durumun vahametinin diğer bir işareti, ülkede otuz yıl aradan sonra, 2014 yılında yapılan genel nüfus sayımında, farklı statüler altında kaydedilmeleri koşulu dışında Arakanlı Müslümanların sayılmaması. Ardından, yaklaşık yirmi yıl sonra, 2015 yılı Kasım ayında yapılan genel seçimleri ‘demokrat’ ve ‘reformcu’ kimliğiyle öne çıkan Nobel ödüllü Su Çi’nin başında bulunduğu Ulusal Demokrasi Birliği'nin (NLD) kazanmasına ve Arakanlıların sorunlarına çare bulunacağı umuduna rağmen, bu süreçte olumlu herhangi bir adım atıldığına tanık olunmadı.

Aksine, Burma milliyetçisi Budistlerin önderliğinde zaman zaman yapılan gösteriler bir tehdit niteliği havasına bürünerek bir yandan Arakanlıları, öte yandan merkezi hükümet ve aralarında Birleşmiş Milletler de olmak üzere uluslararası camianın bölgedeki temsilcilerini hedef aldı.

Arakanlı Müslümanlar, karşı karşıya kaldıkları bunca mağduriyet ve zulmün sona ermemesi nedeniyle tek çare olarak takalarla denize açılarak kaderin onları götüreceği yere umutlarını bağladı. Bu arayışın en son ve bu süreçteki en önemli tezahürü de 2015 yılı mayıs ayında sayılarının binlerce olduğu ifade edilen teknelerle Hint Okyanusuna açılmaları oldu. Dünya kamuoyunun bu gelişmeden haberdar olması ise bölgedeki üç ülke yetkililerinin bu insanları sınırlarına kabul etmemesi sonucu gerçekleşti. Gelen tepkiler ve ilgili ülkelerin yetkilileri arasında başlatılan ‘kriz toplantıları’ sonunda denize açılan Arakanlıların az bir bölümünün Endonezya’nın Açe Eyaleti’nde kamplarda yaşamasına izin verildi.

Müslümanların can ve mal emniyeti yok

Bugün gelinen noktada Arakan eyaletinde sorunun devam etmesinde belirleyici olan bazı dikkat çekici faktörler var: Bunların başında, seçimler sonrasında eyalet yönetiminin bölgede yaşayan Budist kökenli Arakanlıların hakimiyetinde olması geliyor.

Merkezi hükümetin soruna çözüm perspektifli yaklaşmaması ve öyle ki, Su Çi’nin öncülüğünde, ülkenin dört bir yanında on yıllarca bağımsızlık veya otonomi talebiyle savaşan etnik gruplarla -1948 yılındaki bağımsızlık öncesi etnik yapıların ‘federal’ bir yapı altında birliğini sağlamaya yönelik konferansa atfen- 21. Yüzyıl Panglong Barış toplantılarına başlarken, Arakanlı Müslümanları bu oluşuma davet etmemesi, öte yandan Arakanlı Müslümanları temsil mahiyetinde ne ülke içerisinde, ki bu zaten mevcut şartlarda mümkün değil, ne de dışarıda siyasi bir yapının bulunmaması da mevcut durumun başlıca nedenleri arasında.

Bu ana başlıklar çerçevesinde ilk maddeye bakıldığında, bölgedeki Müslümanların canları ve mallarının güven altında olmadığı sonucu çıkarılabilir. Topraklarına el konulan, şehir ve köy yerleşimlerinden çıkartılan Müslümanlar haklarını arayabilecekleri bir merciden yoksunlar. Su Çi’nin barış görüşmeleri gibi ülkenin güven ve istikrarına büyük katkı yapacağına kuşku olmayan girişime Arakanlıları davet etmemesinin ardında ‘derin Burma’ milliyetçiliğinin baskısı bulunuyor. 

Sorun Myanmar'a terk edilemeyecek boyutta

Bu topluluğun, ülkedeki onlarca etnik yapı arasında yer almasına olanak tanınmıyor, aksine dışarlıklı ve yasadışı bir toplumsal grup olarak addediliyor. Bu nedenledir ki ‘vatansızlık’ olgusunun içerdiği ne kadar olumsuzluk varsa bununla yüzleşmek zorunda bırakılıyorlar. Arakanlı Müslümanlar kendilerini temsil edecek aktif bir yapıdan mahrumlar. 2012 yılında yaşanan gelişmeler sonrasında kimi girişimler çerçevesinde kurulan ve başkanlığına ABD’de öğretim görevlisi olan bir profesörün getirildiği ‘Arakan Rohingya Birliği’nden (ARU) ise ses çıkmıyor.

9 Ekim’deki saldırı ve devamındaki çatışmaları sürdürenleri, tüm bu ağır baskı altında ve çaresizlik ortamında bir çıkış arayışındakiler olarak değerlendirmek mümkün. Ancak Myanmar ordusunun varlığı ve bölgedeki diğer şartlar böylesi bir çıkışı olsa olsa ‘intihar saldırısı’ olarak adlandırmayı gerektiriyor. Arakan Müslümanlarının sorununun, Myanmar devletine terk edilemeyecek boyutta olduğu gün geçtikçe daha da iyi anlaşılıyor. Ancak bu sürecin ‘kanıksanmışlık’ gibi bir başka soruna evrilmesi ise en büyük tehlike olarak beliriyor.

Yorumlar