Terörün ilacı: "toplumsal dayanışma"

Terör olaylarının toplum üzerindeki etkisini değerlendiren uzmanlar, bu süreci atlatmanın en iyi yolunun ümitsizliğe düşmemek ve toplumsal dayanışma olduğunu vurguladı.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Prof. Dr. Tamer Aker, Türkiye'de son aylarda artan terör saldırıları ve bölgede yaşanan gelişmelerin, vatandaşları bilinmezlik ya da belirsizliklerle karşı karşıya bıraktığını söyledi.

Tehdidin nereden, ne zaman geleceğini kestirememenin esasen insan doğasının da istemediği, baş etmekte güçlük çektiği bir durum olduğuna işaret eden Aker, bu durum karşısında korku, kaygı ve güvensizlik gibi tepkilerin doğal olarak ortaya çıktığını kaydetti.

Bu ortamda vatandaşların huzursuz, endişeli, öfkeli, çekingen ve kaçıngan olabildiğini aktaran Aker, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Sürekli bir 'diken üstü' durumu yaşayabiliyoruz. Dikkat, uyku sorunlarımız oluyor. Yaşananlar, tahammülsüzlük, çaresizlik, çökkünlük, ilgi ve isteğimizi kaybetmek şeklinde kendini gösterebiliyor. Belki başımız daha fazla ağrıyor, belki anlamlandıramadığımız sırt ağrılarından yakınıyoruz. Stres, beyin ve bedenimizi bir bütün olarak etkiliyor.

Bu noktada stresi iki yönlü bir bıçağa benzetebilirsiniz. Bir yönüyle yaşadığımız korku ve tedirginlik çözüm üretmemizi, belirsizlik duygusunu yırtıp atmamızı sağlayabiliyor. Hayat akışımızın hakimiyetini tekrar elimize alıyoruz. Yani korku bizi harekete geçiriyor, önlemlerimizi artırıyor, dik durmamızı kolaylaştırıyor. Bıçağın öbür yüzü ise bu korku bizi, ilişkilerimizi, toplumsal yapımızı kesip atabiliyor. İşte dikkat etmemiz gereken durum bu... Görmemiz gereken; bizi bastıran aşırı korku."

"ETKİLENME DÜZEYİ FARKLI"

Terör olaylarından insanların nesnel ve öznel olarak etkilenme düzeyinin farklı olduğunu belirten Aker, "Bombaların ya da bir katliamın içindeyseniz ya da hemen yanı başınız yangın yeriyse, sevdiklerinizi ve yakınlarınızı kaybettiyseniz, yaralıysanız, doğal olarak etkilenme olasılığınız çok yüksektir. Mesleğiniz gereği terörün sonuçları ile uğraşmaktaysanız, örneğin; ambulans görevlisi, polis, adli tıp uzmanı ve diğerleri gibi yine de çok etkilenme olasılığınız vardır." diye konuştu.

Aker, ortaya az da olsa travma sonrası stres bozukluğu gibi travma ile ilişkili hastalıklar ve depresyon, yani çökkünlük ve karamsarlık hali çıkabildiğini anlatarak, "Az da olsa demem yanıltmasın, terör olayları, etkilenenlerin sayısı göz önüne alındığında ciddi bir toplum sağlığı sorununa yol açabilir." dedi.

Terör saldırılarından olumsuz etkilenen vatandaşların, günlük hayatının hakimiyetini, denetimini tekrar ve her zamanki gibi eline almasının önemine dikkati çeken Aker, vatandaşların sokağa, iş yerlerine, pazar yerlerine çıkmasını, komşu ziyaretlerine, arkadaş toplantılarına devam etmesini istedi.

Aker, "Tüm bunları yaparken kendi güvenliğimiz ve toplumun güvenliğine karşı daha dikkatli ve özenli bir bakışa ihtiyacımız olmalı. Her düzeyde, her iş kolunda, her ortamda bir duyarlılık kazanmalıyız." ifadesini kullandı.

Tamer Aker, olaylardan olumsuz etkilenmemek için televizyon izlememenin, gazete okumamanın, sosyal medya takip etmemenin doğru olmadığını ancak seçici davranılması gerektiğini dile getirerek, güvenilen kaynakların doğru bilgiye ulaşma anlamında takip edilmesinin önemine değindi.

Aker, şunları kaydetti:

"Olumsuzlukları görmeseydik, yani bunlardan bazı dersler çıkarıp kendimizi geliştiremeseydik türümüz buraya gelemezdi. Bizler korkuyu bilerek, tanıyarak ve üstesinden gelerek, ona karşı bir hakimiyet kazanarak yaşayan, var olan bir türüz. Bu korkuyu yaymak isteyenler de bunu bilmeli; korku onarılır... Asıl ilginç olan 'zalimler'in de korktuğunu düşünüyorum. Bir farkla, bizimki dönüştürücü bir korku olacak, onlarınki tüketici...

Terörün korku ve güvensizliği yaymak istediği kesin, bizler de sonuna kadar güven ve desteği yaymaya çalışacağız. O bir adım atarsa, bizden iki adım gelmeli. Toplumsal dayanışma, hem korkuya karşı gücümüz hem de yıllar ötesine yayılacak en önemli amacımız olmalı."

"YETERLİLİK GELİŞTİRİLMESİNE ÇOK ÖNEM VERİYORUZ"

Türkiye ve bölge ülkeleri için travma ve afet ruh sağlığı eğitim ve yeterlilik geliştirme çalışmalarından bahseden Aker, şu bilgileri verdi:

"Yeterlilik geliştirilmesine çok önem veriyoruz. Sadece terör gibi toplumsal travmalar değil, doğal afetler, büyük kazalar, komşu ülkelerdeki savaşlar ve bunların yarattığı toplum ruh sağlığı sorunlarına karşı ciddi sayıda eğitimli, deneyimli insan gücüne ihtiyacımız olduğu açıktır. Bu amaçla on yılı aşkın süredir yüksek lisans ve doktora programları, eğitimler ve kongreler düzenlemekteyiz. Alanda çalışabilecek sayısız uzman yetiştirmek gibi bir görevimiz var. Bunun sadece Türkiye için değil, savaş sonrası Suriye, Irak, Filistin, Balkan ülkeleri ve İran'dan Pakistan'a kadar olan geniş bir coğrafyadaki tüm ülke ve halklar için önemli olduğunu düşünüyorum. Kendi çıkardığı dersleri ve deneyimleri tüm bu coğrafyalara yansıtacak en uygun ülke Türkiye'dir."

"TOPLUMUN ÜMİTSİZLİĞE DÜŞMEMESİ GEREKİYOR"

Üsküdar Üniversitesi Rektörü ve psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan da yaşanan terör saldırılarından dolayı insanların kaygılı olduğunu, terör saldırısının ne zaman nereden geleceği belli olmadığı için bu durumun gelecek endişesi de yaşattığını söyledi.

Daha önce birkaç defa tehlike atlatmış bir kişinin daha da tedirgin olduğunu ve hep savunma ruh haline girdiğini anlatan Tarhan, sözlerine şöyle devam etti:

"Şu anda Türkiye'deki insanların önemli bir kısmı böyle savunucu ruh hali içerisinde fakat Türkiye’yi yöneten kadrolara karşı güven olduğu için bekliyorlar. Şu yaşanan süreç, Hollanda, Belçika veya Paris'te olsa daha büyük bir kriz yaşanırdı. Bu kriz Türkiye'de yaşanmıyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi, şu anda Türkiye’deki yönetime olan kredinin devam etmesi, güvenin devam etmesi. İkincisi de geçmişten, imparatorluk geleneğinden gelen sterse tolerans yüksek. Yani dayanaklılık gücümüz yüksek toplumsal olarak, sosyal dayanıklılık gücümüz yüksek.

Şu anda 'Türkiye’yi Suriye ve Irak gibi yapmak istiyorlar. Küresel güçlerin Türkiye'ye bir operasyonu var' tarzında toplumda çok yaygın bir kanaat var. Bu kanaat nedeniyle ciddi bir birlik ihtiyacı ortaya çıkıyor. Şu anda gemiyi tehlikede hissediyorlar. Yaşam tarzı, hayat görüşü, yaşam felsefesi ne olursa olsun toplumdaki insanlarda bunun bir dış tehdit olduğuyla ilgili algı olması, kendine güvenini artırıyor ve daha çok birlik ihtiyacı hissediyor. Böyle bir duygu içindeki insanların dayanma güçleri artıyor. Çünkü gerekçeleri var dayanmak için."

Haksızlığa uğramış bir kimsenin dayanıklılık gücünü artırmak için iki yöntem uygulandığını ifade eden Tarhan, "Birincisi adalete güvenmektir. İkincisi de öz güvenini kaybederse her şeyi kaybedeceğini bilmesidir." dedi.

Türkiye'nin bir geçiş dönemi yaşadığını belirten Tarhan, "Toplumun ümitsizliğe düşmemesi gerekiyor. En büyük düşman ümitsizlik ve karamsarlık. Her stresli olayda ümitsizlik varsa dayanma gücü zayıflıyor. Ümit varsa dayanma gücü artıyor. Eğer Türkiye’yi seviyorsak, ümitsizliğe düşmemek gerekiyor." diye konuştu.

"DAYANIŞMA, TERÖR VE TERÖRİZMİN FELSEFESİNİ YENECEKTİR"

Sosyolog İsmail Öz de terör örgütlerinin yapmaya çalıştığı şeyi, hem sosyolojik hem de psikolojik olarak tahlil etmenin mümkün olduğunu belirtti.

Terör örgütlerinin eylemlerini birileri tarafından anlaşılmasın, bilinmezin içine düşülsün diye yapmadığını aktaran Öz, "Mesajlarını birilerine anlaşılmak üzere gönderiyor ve kendi emelleri doğrultusunda da mesajı veriyorlar. Terör örgütlerinin verdikleri mesajı gerçekleştirdikleri noktadan okumaya kalkmak yanlış olur. Örgütlerin vurdukları noktayı değil, ne yapmaya çalıştıklarını anlamak gerekir. Arka plandaki mesaja bakmamız lazım. Bunu fark edemezsek, terör amacına ulaşmış olur." dedi.

Ortaköy'deki eğlence mekanında gerçekleştirilen terör saldırısına değinen Öz, "Saldırının ardından Selçuklu'dan, Osmanlı'dan bu yana zenginlik olarak algıladığımız farklılıklarımız sorun olarak ortaya çıkarıldı. Bu ve benzeri hadiseleri çok yakından tanıyan hafızalara sahip olduğumuz için bu oyunu deşifre ettik. Temelde yapmamız gereken şu; korkuya ve vehme kapılmamalıyız. Korkular ve endişelerin aşırısı, bilinci yok eder. Teröristlerin yapmak istediği de bu. Terör böyle bir şey... Nasıl, nerede, ne zaman ortaya çıkacağı belli olmadığı için vatandaşları endişeye, korkuya sevk ederek, bilinçlerini ele geçiriyor. 'Uzatılmış savaş stratejisi' diye bir kavram vardır. Zamana yayarak ve endişe halini körükleyerek bizi kendi zihnimizde yenmeye çalışıyorlar, onların bir şey yapmasına gerek kalmıyor, büyük devletlerin yıkılışında da bunu görük. Osmanlı'da da gördük." değerlendirmesinde bulundu.

"DİRENCİ KAYBETMEMEK GEREKİR"

Yaşananları, dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulların dışında okumanın da anlamlandırmanın da doğru olmadığını vurgulayan Öz, şunları kaydetti:

"Terör saldırıları, Türkiye'nin 'istikrarsız ülke' olarak algılanmasını hedefliyor. Yatırımları hedef alıyor. Ne yaptırmak istediğini biliyoruz. Bu oyunu boşa çıkarabilmek lazım. Sağlam bir duruş sergilemek, zihni ve algıyı hapsetmemek, direnci kaybetmemek gerekir. Sarsılmadığımızı göstererek, ilerlememizi devam ettirerek terör örgütlerine en büyük cevabı vermiş oluyoruz.

Vatandaşların dik duruşu ve dayanışması, terör ve terörizmin felsefesini yenecektir. Terörü oluşturan bataklığı kurutmak, sineklerle mücadele etmekten daha önemlidir. İmam Gazali'nin din, mal, beden ve aile sıhhati korunduğu zaman toplumun da sıhhatli kalacağı yönünde bir sözü vardır. Ben beşinci bir sıhhati daha ekliyorum; akıl sıhhati. Terör olayları bizim sıhhatli kalmamızı engellemeye yönelik saldırılardır. Bu sıhhatleri korursak terörü yeneriz. Toplumsal dayanışma en önemli çıkış noktası. Vatandaş aklını kullanarak terörü yenebilir. Akıllı varlıklar olarak düşünmeyi asla bir tarafa itmeyelim ve terör örgütlerinin oyununu bozalım."