Karaciğer kanserinde ultrason kullanımı, başarıyı yükseltiyor

MÜ Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Karaciğer Nakil Ünitesi Sorumlusu Prof. Dr. Dulundu: Ameliyatı ultrasonla yaparsak tümörün damarlarla olan ilişkilerini de görebiliyoruz. Onun kılavuzluğunda sadece tümörlü dokuyu alıyoruz.

Marmara Üniversitesi (MÜ) Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Karaciğer Nakil Ünitesi Sorumlusu Prof. Dr. Ender Dulundu, karaciğer tümörü ameliyatının ultrasonla yapılması durumunda kitlenin damarlarla olan ilişkisinin de görülebildiğini belirterek, "Onun kılavuzluğunda sadece tümörlü dokuyu alıyoruz. Dolayısıyla maksimum şekilde karaciğer dokusunu korumuş oluyoruz. Sonuç olarak, karaciğer tümörleriyle ilgili cerrahi tedavide ultrason kullanımı lezyonların tamamının görülmesini sağladığı için tedavinin başarını oranını da yükseltmiş oluyor." dedi.

Dulundu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, karaciğerin vücudun rafineri sistemi olduğunu, vücut için toksik olan maddeleri elimine eden karaciğerde görülebilen bir hastalığın tüm vücut sistemini etkilediğini ifade ederek, günümüzde artık görüntüleme yöntemlerinin gelişmesiyle insanların sıklıkla karşılaşılır haldeki bir kitleyle kendilerine başvurduklarını söyledi.

Prof. Dr. Dulundu, karaciğer kanserlerinin en sık görülen ilk 10 kanser arasında yer aldığına değinerek, "Karaciğer kanserlerinde de önemli sebeplerden birisi sigara, yine karaciğerde yağlanmaya sebep olduğu için kilo önemli bir faktör. Ayrıca diyabet, hepatitlerle, bunun dışında aflatoksinlerin bol miktarda bulunduğu kuruyemişlerin, baklagillerin uygun koşulda korunmayarak tüketilmeleri de zehirli etkiye neden olup kanser gelişmesine yol açabiliyor. Tabii sebepler arasında birtakım genetik faktörler de var." dedi.

Ancak bu faktörlerden birçoğunun önlenebilir sebepler olduğunu, hastalığın bazen beslenme alışkanlıklarıyla davet edildiğini vurgulayan Dulundu, şunları kaydetti:

"Karaciğer kanseri biraz sinsi bir hastalık. Bunlar son döneme kadar kendisini belli etmeyebilir. Fark edilen şikayetler de genellikle pek çok hastalığa yorumlanabilecek bulgular. Halsizlik, iştahsızlık, herhangi bir sebep yokken kilo kaybının gelişiyor olması, yorgunluk, vücudun farklı yerlerinde yaralanmalar olduğunda kanamaların geç durması, karında şişkinlik gibi. Sarılıkla kendisini belli eden kanser, daha ileri dönemlerde eğer sirozlu bir zeminde gelişmişse mide ya da bağırsak kanamalarına yol açabilir. Kişilerin kendilerinde önceki dönemden farklı bir durum hissettiğinde vakit kaybetmeden doktora başvurmaları önemli."

 Prof. Dr. Ender Dulundu, kendisini yenileyebilme durumuna sahip olan karaciğerin bu özelliğinin toplumun da büyük bir kısmı tarafından bilindiğini belirterek, "Karaciğerin kendisini yenileyebiliyor olması ihmalkar davranmamızı, son döneme kadar beklememizi gerektirmiyor. Ya da bu durum, karaciğerin her türlü müdahaleyi tolere edebileceği anlamına gelmiyor. Herhangi bir şikayet olduğunda durumun ihmal edilmemesi çok önemli." şeklinde konuştu.

Görüntüleme yöntemlerinin de erken müdahale için önemli bir avantaj sağladığını ve bu sayede karaciğerde kitlesel bir lezyon olup olmadığının belirlenebileceğini dile getiren Dulundu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Lezyonun saptanmasının ardından da bizim için önemli olan, bu lezyon karaciğerin kendinden mi kaynaklanıyor, yoksa vücudun farklı bir bölgesindeki organdan mı kaynaklanıyor, öncelikle bunu ortaya koyabilmek. Karaciğer kanserlerinin büyük çoğunluğu vücudun farklı bir bölgesinden geliyor. Bu sıklıkla da kalın bağırsak kaynaklı oluyor. Dolayısıyla bu pozisyonda hem karaciğerdeki lezyonla hem de bunun sıklıkla primer kaynağı olan kalın bağırsakla mücadele etmek gerekiyor. Vücudun diğer farklı bölgelerinde de bu lezyonların olup olmaması önemli. Tüm bunlar tedavi seçeneklerini değiştiriyor. Ancak tüm tedavi yöntemleri sıralandığında en etkin ve en iyi sonuçları veren yöntem cerrahidir. Dolayısıyla tedavi seçeneklerinin birbirine alternatif değil, birbirini tamamlayıcı tedavi yöntemleri olarak düşünmemiz lazım. Tüm bunların da başında eğer hastanın durumu, tümör uygunsa cerrahi geliyor. Bu yüzden ilgili tüm branşların hasta bazında bir araya gelerek en uygun tedavi yöntemini beraber seçerek, karar vermeleri gerekiyor."

Dulundu, günümüzde cerrahinin sınırlarının teknik gelişmelerden dolayı çok ilerlediğini, önceleri karaciğerde 3-4 tümör olduğunda "buna dokunulmaz" denildiğini aktararak, "Artık bunlar geride kaldı. Maalesef 'Kanserli dokuya bıçak sürülmez' yaklaşımı yanlış bir yaklaşım. Bu durum çok sınırlı bir hasta grubu için geçerli ama ameliyat yapılabilecek durumdaki bir hastada ameliyatı mutlaka yapmamız lazım. Bizim ameliyatlarımızda tümör sayısı çok ciddi bir kriter değil aslında. O yüzden hastaların bu konuda özelleşmiş, uzmanlaşmış merkezlere geliyor olması lazım." diye konuştu.

Prof. Dr. Dulundu, aynı zamanda ameliyatlarda ultrason cihazı kullandıklarını dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:

"Ultrasonla, ameliyattan önceki dönemde yapılan tomografiler, MR'lara rağmen saptanamayan ve yaklaşık yüzde 3 ila 15 oranındaki hastada yeni tümör görüyoruz. Dolayısıyla ameliyatta onları da alma şansımız doğuyor. Böylece 'ameliyat oldum tümör kısa sürede nüks etti' diyen hasta grubunun da önüne geçmiş oluyor. Çünkü orada görülmemiş bir lezyon var. İşte bunun için de ultrasonu ameliyat sırasında kullanmak gerekiyor. O lezyonları ancak böyle saptayabiliriz. Ameliyatı ultrasonla yaparsak tümörün damarlarla olan ilişkilerini de görebiliyoruz. Onun kılavuzluğunda sadece tümörlü dokuyu alıyoruz. Dolayısıyla maksimum şekilde karaciğer dokusunu korumuş oluyoruz. Sonuç olarak karaciğer tümörleriyle ilgili cerrahi tedavide ultrason kullanımı lezyonların tamamının görülmesini sağladığı için tedavinin başarını oranını da yükseltmiş oluyor. Çünkü gözden kaçmış ya da görüntüleme teknikleriyle saptanamayan ekstra lezyonları da görebilme avantajımız oluyor."

Hastalığın tekrarlama riski olduğunu bu nedenle de ameliyat sonrası dönemde de kontrollerin aksatılmadan yapılmasının hayati önem taşıdığını dile getiren Dulundu, bu hastaların nüks olduğunda tekrar ameliyat olma şansının olabildiğini sözlerine ekledi.