Kadınlar Günü’mü kutlamayın, n'olur…


Kadınlar da erkekler kadar iyi golf oynuyor mu? Kadınların golf sahalarında daha çok varolması için ne yapılmalı? Kadın golfçülerin performansları da erkekler kadar iyi mi?

Begüm’le Golf Sohbetleri podcastimde de belirtmiştim. Böyle bir ayrım, eşit, eşit değil kavramları benim zihnimde nedense hiç bir şekilde yer bulmuyor. Hele Kadınlar Günü’nü kutlamak denince, sinirlerim bozuluyor. Aklımın mantığımın almadığı, bu yapmacık savunuları kalbim, gönlüm hiç kabul etmiyor.

Burnumuzun dibinde yaşanan savaş, dünyanın resmen bir reality show gibi izlediği katliam da işin içine girince bir anda hangi şiddet, kime şiddet, neden, neyi paylaşamıyoruz vs gibi yüzlerce soru aklımdan geçerken, medyada izlediğim filmlerle diyorum ki resmen “kim kime, dum duma” ya da “tencere tava herkes bir hava”.

Kadın hakları için anma mı, Kadınlar Günü’nü kutlamak mı? 1957 yılında Newyork’ta fabrikaya sığınan 129 kadının çıkan yangında hayatını kaybetmesini anmak “Evet”, gerçekten acı ve üzüntü veren, engellenebilecekken kin ve nefret nedeniyle gerçekleşmesi izlenmiş bir facia fakat kadınlar günü adı altında kadınların eşitlik, hatta bırakın eşitliği hayatta kalabilmesi için verilen mesajlar ve bütün yıl durup durup, her türlü davranış bozukluğu, saygısızlık ve kanuna aykırı davranışı sergileyip sonra da 8 Mart günü bütün dünyanın ve ülkemizdeki güzide markaların ticari maskelerinin arkasından, bırakın yüceltmeyi daha da aşağılama, ezme ve acitasyon dolu reklamlarını yayınlamaları çok dramatik değil mi?

Benim insanlık gururum, onurum, bünyem kaldırmıyor bu durumu. Yaradılış iki cinsi dünyaya getirmiş. Bir kadın isterse herşeyi başarabileceği gibi, bir erkek de isterse herşeyi yapabilir. Toplum içinde görev dağılımları fiziksel özelliklere ve toplumun devamlılığı için çocuk doğurma nedeniyle bu iki cinsi bazı görevlerden doğal olarak men etmiş olabilir, fakat bu iki cins arasında eşitlik olmadığını göstermez. İroniktir ki, işadamı yerine iş insanı dahi olmadık mı?

Eşitsizlik dediğimiz kavram aslında insanların cahillikleri, üniversite bitirerek aldıkları eğitimi ailelerinden alamadıkları öğretim ile tamamlayamamaları, toplumun bu öğretimden yoksun kişilerce şekillendirilmesi, yasaların bu insanlarca koyulması, savunulmasından ileri gelmektedir. Silah, sigara, alkol(sağlığa zararlı unsurlar), ilaç gibi dünyada ülkelerin sonsuza dek savundukları ekonomik zorbalıklar gibi, kadın erkek arasında yaratılan eşitsizlik, şiddet, özgürlük kısıtlaması gibi davranışlar da toplumsal tercihlerdir ve özellikle durum böylesi bir yangın ve ona dökülen benzin formatında ilerlemektedir.

Tarihin utanç sayfalarındaki gladyatör dövüşleri, İspanya’daki boğa güreşleri, yakın zamanda yine mesnetsizce toplatılan pitbull cinsi köpeklerin dövüştürülmesi gibidir konunun sosyolojik ve psikolojik boyutu. Çünkü insanoğlu dünya üzerine gelmiş en vahşi yaratıktır ve kontrolsüz üremeler sonucu da vahşiliğinin sınırları malesef ki yoktur. Kavgadan, şiddetten, cinayetten, kandan beslenen türler vardır aramızda. Bunların sorumlusu ailelerdir ve bu türlere önlem alamayan toplum yetkilileridir.

Hepimiz biliyoruz, çocuklar yetişme çağında ailelerinden ve çevrelerinden gördükleri ile büyür ve gördüklerini taklit ederler. Yani hayatı boyunca şeker görmeyen bir çocuk, şeker yemek istemez ve dişleri ve bedeni şekerin zararlarından etkilenmez. Aynı çocuk babası, dedesi, amcası, dayısı gibi aile büyüklerinden annesine, kız kardeşine, büyükannesine, halasına, teyzesine saygılı davranmayı görürse, büyüdüğü zaman kadınlara ve hatta tüm canlılara saygılı bir birey olur. Çocuk için kadın erkek eşitliği kavramı yoktur. Hatta onu doğuran, emziren, babasından daha çok bakıp kollayan annesi her zaman daha kıymetlidir.

Ne oluyor da büyüyüp, yetişkin olunca bu çocuk kadın dövüyor, kadın öldürüyor. Bu davranışları yapanlar, bunları görerek büyüyor ve böyle olmanın normal olduğunu sanıyor. Tartışmayı, anlayış göstermeyi, özgürlük tanımayı, serbest bırakmayı bilmiyor. Bu davranışların benzerlerini sokakta gördüğü hayvanlara da uyguluyor. Çünkü büyütülürken bu şekilde kodlanıyor. Şiddete meyilli, eşitliği kabul etmeyen, karşı cinsi kendine hizmet etmesi gereken ve hiçbir hakkı olmayan bir köle olarak görerek yetişiyor.

Kötü sözler söylemek, aşağılamak, incitmek bir erkeklik vasfı olarak öğretiliyor. Bunların temeli nedir? Sadece ve sadece “Eğitimsizlik” ve “Öğretimsizlik”. Bu temel sorun çözülmediği sürece, her yıl TV’lerde, sosyal medyada dozajı daha da artarak, adeta eşşeğin aklına karpuz kabuğu düşürür tarzdaki acitasyon yüklü, “sosyal sorumluluk” adı altındaki reklamlar karşımıza çıkacaklar. Hatta Newyork’taki 129 kadının can verdiği facianın anılması yerine, bu ajite filmlerle “Kadınlar Günü” kutlanacak. Saplar samanlar birbirine karışacak, ekonomik zorluklar, işsizlik, baskı, yaşam derdi derken cinnetin eşiğine gelmiş, elindeki tek sermayesi yumruğunun ucunda olan erkekler bu filmleri izleyip, özgürlük adına birkaç kelime etmek isteyen karılarına birer yumruk daha sallayacaklar, al sana eşitlik diyerek. Ne mi olacak? Amiyane olacak fakat eşşeğin aklına karpuz kabuğu düştüğü gibi, bu filmlerde ıssız sokaktan geçmeye korkan kadınlar, otobüste yalnız kaldığı için korkudan titreyen genç kız, yemeği beğenmeyen kocasından korkan annenin yıllar önce başına gelen ve 3. sayfa haberlerinde okuduğumuz katliamlar, tecavüzler, hastanelik olana kadar atılan dayaklar bir kez daha hatırlatılacak. Hatta bu hatırlatmayı yapan bu büyük markalar yüzbinlerce lira para harcayıp, toplumda ne kadar duyarlı oldukları ile ilgili yarış yapacaklar. Ancak hiçbiri ölen, öldürülen, dayak yiyen, tecavüze uğrayan bu kadınlar için kalıcı, samimi, kesin, bu vakaları azaltmaya yönelik birşey yapmayacaklar. 9 Mart sabahı herşey unutulacak, ta ki bir yarışmada bu reklamlar ödül alıp, bu filmleri yapan ajanslar ve reklamverenler ellerinde ödülleri ile sahnede sevinç çığlıkları atana kadar. Ve o gün yine öldürülen, mağdur edilen “Kadınlar” anılmayacak, onlar sayesinde elde edilen başarı kutlanacak.
 
Bu sebeple diyorum ki, bu tür toplumsal sorunların altını fosforlu kalemlerle, bilir bilmez çizmeyin. Bu tür olayları normalleştirmeyin, çok ayıp, yapmayın, kadınları koruyun gibi laflarla insanları başkalaştırmayın. Bu sorunları çözmek istiyorsanız, kanun yapıcılara, STK’lara, derneklere daha fazla destek olun. Plasebo etkisi yaratmak yerine, yarayı tedavi edin. Her kim kime şiddet, baskı, sömürü uyguluyorsa, canına kastediyorsa bir daha tekrarlanmayacak şekilde engel olun, yapanları en ağır şekilde örnek teşkil edecek şekilde cezalandırın, yasaları düzenleyin, toplumu rahata ve gerçek eşitliğe kavuşturun.
 
Bu yapmacıklık, ben de yapmış gibi yaptım, -mış gibi davrandımlarla hiçbir sorun çözülmüyor. Kadın cinayetlerinde Türkiye’de ve dünyada her yıl artan grafik, Covid 19 vakalarının önüne geçen rakamlar karşımıza çıkıyorsa, demek ki yaptığınız reklamların ve anma adı altındaki kutlamaların hiçbir işe yaramadığını neden göremiyorsunuz?
 
Lütfen artık insanları cinsiyetleri, renkleri, dinleri, dilleri, ırkları ve cinsel tercihleri ile ön plana çıkartıp, anlamsız savunular içine girmeyin. Ne yapın biliyor musunuz? Sadece toplumsal kuralları net ve doğru şekilde belirleyin. Onun dışında hiçbir şey yapmayın, n'olur...
 
Haftaya görüşmek üzere, sevgi ve saygılarımla.

Tüm yazılarını göster