İran'da seçim yarışı ve Ruhani'nin geleceği

Muhafazakâr taraftaki bölünmelere rağmen, Ruhani'nin cumhurbaşkanlığı seçimini açık ara kazanması kesin değil. Ruhani büyük bir güçlükle karşı karşıya ve muhafazakârlar da tam olarak bu güçlüğe bel bağlıyor.

İran'da cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece birkaç hafta kalmış olmasına rağmen, muhafazakârlar hâlâ uygun bir aday belirleyebilme mücadelesi veriyor. Gelen haberlere göre, muhafazakâr cenahta büyük bir anlaşmazlık yaşanıyor.

Muhafazakâr kesimin, önceki başkanlık seçimlerinde olduğu gibi, bu sefer de seçime birden fazla adayla katılacağı anlaşılıyor. Diğer taraftan reformcuların, yarı-muhafazakâr (ılımlı) Hasan Ruhani'ye destek vermek yerine kendi adayını belirleyeceğine dair yaygın söylentilere rağmen, son gelişmeler, reformcuların nihayetinde mevcut cumhurbaşkanının arkasında duracağını gösteriyor.

Ancak ılımlılarla reformcu grupların arasındaki birliğe, diğer yandan da muhafazakâr taraftaki bölünmelere rağmen, Ruhani'nin seçimi açık ara kazanması kesin değil. Ruhani büyük bir güçlükle karşı karşıya ve muhafazakârlar da tam olarak bu güçlüğe bel bağlıyor. Peki, bu güçlüğün mahiyeti nedir ve seçimin neticesine ne derecede etki edebilir?

RUHANİ'YE ZAFER GETİREN KOŞULLAR

Ruhani'nin önündeki bu güçlüğü net bir şekilde anlayabilmek için, ülkenin 2013 seçimlerine gittiği süreçteki sosyoekonomik ve siyasi durumunu hatırlamak ve bugünkü durumla mukayese etmek gerekiyor.

2013 yılında ekonomi kötü bir durumdaydı, nükleer mesele çıkmazdaydı, İranlıların dünyadaki imajı çok kötü bir durumdaydı, bazı gazeteciler, siyasi ve sivil aktivistler ve özellikle Yeşil Hareket’in sempatizanları hapisteydi ve etnik-dini azınlıklar çok ağır bir şekilde ayrımcılığa tabi tutuluyordu. Böyle bir ortamda, sahneye gülen yüzü ve sempatik duruşuyla Ruhani çıktı. Adaylığından önce de, vaktiyle İran'ın nükleer başmüzakerecisi olduğundan 'Şeyh Diplomat' olarak tanınan Hasan Ruhani, seçim kampanyasının sembolü olarak anahtarı seçti ve ona 'Bilgeliğin Ana Anahtarı' ismini verdi. Bu anahtarın, yukarıda vurguladığımız bütün sorunları çözeceğini iddia etti. On parmağında on marifet olduğu hususunda reformcuları, kendileri için de uygun aday olduğu konusunda muhafazakârları ikna etmeyi başardı ve 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerini bu şekilde kazanabildi.

BEKLENTİLER KARŞILANMADI

Ancak son dört senede ülkede hiçbir önemli değişiklik gerçekleşmedi. Siyasi aktivistlere göre gerçek bir siyasi açılımın mihengi, Yeşil Hareket'in liderleri Musevi ile Kerrubi'nin serbest bırakılmasıydı. Ama Ruhani, şartsız serbest bırakılmaları bir yana, hâlâ ev hapsinde tutulan liderlerin göstermelik de olsa mahkemeye çıkarılması konusunda dahi müesses nizamı ikna edemedi.

İran'ın Suriye'ye müdahil olmasıyla birlikte İranlıların imajı iyice sarsıldı. 2013 seçimlerinde yaptığı bir kampanya konuşmasında Ruhani, İran pasaportuna itibar kazandıracağına dair özellikle söz vermişti. ABD Başkanı Trump'ın yedi ülkeye uyguladığı ABD'ye giriş yasağından sonraki süreçte İran pasaportu, itibarını daha da kaybetti. Ayrıca Ruhani'nin etnik-dini azınlıklara verdiği, mağduriyetlerini giderme ve iktidardan adil pay alma sözüne rağmen, azınlıkların fiili durum itibarıyla elde ettikleri tek şey, güvenlik geçmişinden gelen (eski istihbarat bakanı) Şii İranlı bir din adamının etnik-dini azınlıkların meseleleri konusunda danışman olarak atanması oldu.

EKONOMİK DURGUNLUK VE YAPISAL SORUNLAR

Nükleer programla ilgili Cumhurbaşkanı Ruhani uluslararası toplumla bir anlaşma yapmakta başarılı oldu. İranlılar anlaşma imzalanır imzalanmaz bunun ekonomik nimetlerini görmeyi bekliyordu. Ruhani istatistikler ve ekonomi jargonuyla milli ekonominin iyiye gittiğini kanıtlamaya çalışsa da, sıradan vatandaşlar Ruhani'nin nükleer anlaşma sonrası dönemdeki ekonomi performansından hoşnut değiller. Nitekim halktaki yaygın kanaat, anlaşmanın insanların reel ekonomik durumuna elle tutulur hiçbir katkıda bulunmamış olduğu yönünde. Bu algının popülerliğine katkıda bulunan birkaç faktörden aşağıdaki sayacaklarımız özellikle dikkate değer olanlar:

İlk olarak, nükleer müzakereler sırasında, nükleer anlaşmaya karşı olan gruplardan gelen baskıya direnebilmek için Ruhani'nin halkın desteğine ihtiyacı vardı. Sonuç olarak, kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde, Ruhani nükleer anlaşmayla ilgili büyük bir beklenti havası oluşturdu. İkincisi, Cumhurbaşkanı Ruhani, ekonomik sorunların büyük bir kısmının aslında uluslararası yaptırımlarla hiçbir ilgisinin olmadığını, bunların kökleri İran'ın rantiye ekonomisinde bulunan yapısal sorunlar olduğu gerçeğini halka ifşa etme cesaretini gösteremedi. Dolayısıyla bu sorunların çözümü, nükleer anlaşmadan gelmesi muhtemel hasılatta yatmıyor.

Üçüncüsü, nükleer meseleyle ilgili yaptırımlarla genel yaptırımların ayrımını halkın karşısında net bir şekilde yapmadı. Halbuki gerçekte, nükleer anlaşmadan sonra kaldırılan yaptırımlar sadece İran'ın nükleer silahlanmasıyla ilgili olanlardı; diğer genel yaptırımların hepsi olduğu gibi duruyor. Son olarak, Ruhani'nin görev süresi boyunca İran'ın hasta ekonomisi Suriye ve Yemen'de verilen iki yıpratıcı savaşı fonlamayı sürdürdü. Ruhani son aylarda düşük siyasi ve ekonomik performansının gerekçelerini haklı göstermeye çalışıyor olsa da, siyasette gerekçelere dayanarak kendini haklı çıkarmaya çalışmak, aslında kusurun itirafının diğer bir ismidir. Gerekçelere dayanarak kendinizi haklı çıkarmanın siyasette yeri yoktur. Siyasetçiler ya başarılıdırlar ya da başarısız.

DÜŞÜK KATILIM RUHANİ'NİN ALEYHİNE OLACAK

Bu tespitten sonra diyebiliriz ki Cumhurbaşkanı Ruhani'nin önündeki temel zorluk, seçmenlerini, kendisine bir fırsat daha vermek için hafta sonu tatillerini bölerek oy verme merkezlerindeki sandıkların önünde kuyruğa girmeye ikna etmek. Seçime katılım yüksek olursa Ruhani kazanmayı umabilir. Ama düşük katılım kesinlikle onun aleyhine olacaktır. Yani seçimi Ruhani'nin kazanması, büyük ölçüde insanları sandığa gitmeye ikna edebilmesine bağlı.

Bu bağlamda, eski cumhurbaşkanlarından reformcu Muhammed Hatemi güzel bir örnek. 1997 cumhurbaşkanlığı seçimlerini 20 milyon oy alarak kazanmıştı. 2001'deki yeniden seçilme gayretleri neticesinde de 21 milyon oy toplamayı başardı. Yani seçmen tabanını muhafaza etmekle kalmadı, aynı zamanda genişletti de. Buna mukabil, 2005 seçimlerinin reformcu adayı, halkı sandığa çekemedi ve böylece yarışı muhafazakâr aday Mahmud Ahmedinejad karşısında kaybetti.

Ruhani'nin seçmenlerini harekete geçirme konusunda başarısız olabileceğine dair şimdiden bazı göstergeler mevcut. Mesela geçtiğimiz Şubat ayında Ruhani, nüfusunun çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu ve 2013 seçimlerinde oylarının yüzde 73'ünü aldığı Sistan ve Belucistan'a resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. Bölgedeki Sünni dini liderlerin ısrarlı çağrılarına rağmen, sadece 6 bin kişi cumhurbaşkanını karşılamaya geldi.

Muhafazakârlar kötü ekonominin ve bazı memurların astronomik maaşlar alması skandalı gibi buna bağlı meselelerin, sandığa gitme zahmetine katlanmak yerine, insanları evde kalmaya iteceği ümidini taşıyor. İşçiler düzenli şekilde greve çıkıyor ve geciken maaşlar ve sair ekonomik güçlüklerle ilgili olarak ülkenin farklı bölgelerinde hükümet karşıtı protestolar düzenleniyor. Gösterilerin genelde demir yumrukla bastırıldığı bir ülkede bu protestolara müsamaha gösteriliyor, bu da müesses nizamın Ruhani hükümetinin sosyo-ekonomik vaatlerini yerine getirmede başarısız olduğu imajına katkı verme konusunda bir sıkıntı hissetmediği anlamına geliyor. Ruhani'nin dezavantajlar listesine Haşimi Rafsancani'nin yokluğu da eklenmeli. Zira 2013 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ılımlı ve reformcu güçlerin arasında bir anlaşmanın yapılmasında oynadığı anahtar niteliğindeki rolle Rafsancani, Hasan Ruhani'nin daha fazla oy almasını sağlamıştı.

MUHAFAZAKARLAR ÜMİTLERİNİ İKİNCİ TUR SEÇİME BAĞLIYOR

Cumhurbaşkanı Ruhani halkı sandıklara çekmeyi başaramazsa, seçimin kaderi ikinci tura gitmek. Bu ihtimal muhafazakârlar için çok elverişli bir durum oluşturacaktır. İkinci tura gidilmesi muhafazakârların işine iki açıdan yarayacak: Bir yandan Cumhurbaşkanı Ruhani'nin kendine güvenini zedeleyecek, diğer yandan ise muhafazakâr cenahın moralini yükseltecektir. Bu ise halk nezdinde meşruiyet sıkıntısı yaşayan muhafazakârlar için bizatihi bir başarı olacaktır. Yapılacak ikinci turda, muhafazakârların seçmenlerini tek bir adayın arkasında birleştirme ve böylece Ruhani ile at başı rekabet etme fırsatı da olacaktır.

Bunu biraz daha açacak olursak, muhafazakârlar, 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan olaya benzer bir durumun oluşmasını bekliyor. O seçimde Mahmud Ahmedinejad, Haşimi Rafsancani'den yaklaşık 5 milyon az oy alabilmişti. Fakat ikinci turda Ahmedinejad 17 milyon oyla seçimi kazanarak Rafsancani'yi 10 milyon oy geride bıraktı. Ayrıca Ruhani'nin de bitiş çizgisini açık ara önde göğüsleyeceği konusunda kendisinden emin olduğunu hatırda tutmakta fayda var. Zira adayların birbirine yakın gideceği bir müsabaka, müesses nizamı, muhafazakâr adayın lehine ‘seçim mühendisliği’ yapmaya teşvik edebilir.

RUHANİ 'GÖNÜLSÜZ SEÇMENLER' KONUSUNDA ÜMİTLİ

Sonuncu fakat en az yukarıda bahsettiklerimiz kadar önemli olan mesele de önemli miktardaki ‘gönülsüz seçmen’. ‘Gönülsüz seçmen’ kavramı, belli bir adaya sevgisinden değil, sırf diğer adaya seçimi kazandırmamak için oy veren seçmen türünü anlatıyor. Cumhurbaşkanı Ruhani'nin güvendiği diğer bir kitle de bu hususi seçmen kategorisi. Ruhani seçmenlerin arasındaki bu gönülsüz kitleyle ilgili olarak, özellikle muhafazakâr cenahın baş adayı olarak İbrahim Reisi'nin ortaya çıkmasından beri ümit taşıyor. Gönülsüz seçmenlerin Reisi'ye karşı harekete geçmesi bekleniyor. Bunun sebebi ise bazı siyasi çevrelerde Reisi'ye, 1980'lerde binlerce siyasi muhalifin toplu ölüm fermanını imzalayan (halk arasında ‘Ölüm Komitesi’ olarak tanınan) komitenin vaktiyle üyeliğini yaptığından dolayı “Katliamcı Ayetullah” deniliyor olması.

İran’daki seçimler öncesinde yaşanan gelişmeler, İran da dâhil olmak üzere üçüncü dünya ülkelerindeki seçim siyasetinin daha az tartışılan bir cihetini ön plana çıkarıyor. Normalde ideal olan, partilerin ve adayların kendi becerilerine ve güçlü yanlarına odaklanmasıdır. Ancak 2017 İran cumhurbaşkanlığı seçimleri, partilerin kendi güçlü yanları ve ehliyet sahibi oldukları konular yerine, rakiplerinin zayıf ve yetersiz kaldıkları noktalara odaklanmaları açısından, seçim siyasetinin bu az tartışılan yönüne güzel bir örnek teşkil ediyor.

[Selim Celal İstanbul’da yerleşik bir araştırmacıdır ve İran dış politikası ve iç siyaseti hakkında çalışmaktadır]