Bu hafta yazımı yazmadan önce aklımdan birden fazla konu geçti. Önceki yazılarımdan anlamışsınızdır, niyetim biraz sohbet, biraz hepimizin bildiği fakat günlük koşturma içinde beynimizin arkasına attığı bazı konulara değinmek ve tabi tüm bunları golf sporuna bağlamak.
Yani anlayacağınız konumuz temelde hep "golf". Bu hafta ise, gündemin bu derece ekonomiyle yoğun olduğu bir dönemde golfün ekonomiye olan etkisini yazmazsam kronoloji içinde bir eksiklik olacaktı ve birgün geriye dönüp baktığımda doların 15.18, avronun 17.20(şu dakika itibarıyla) gibi tarihsel çıkışlar yaptığı bugünlerde yazacaklarımın anlamı tabiri caizse yerine cuk oturmayacaktı. Biraz finans, biraz matematik!
Dört kişiden beşinin ekonomi profesörü kesildiği bugünlerde, kara kara düşünüp yahu nereye gitti bu kadar döviz dediğimiz bir ortamda, ülkemize döviz yağacak bir konuyu nedense gözden kaçırıyoruz.
Geçmiş dönem ekonomik öngörülerinde, orta vadeli ekonomik planların(OVP) dikkatimi çeken eksikliklerden biri golf turizminin ekonomimize olan katkısının hesaplanmamış olduğu idi. Belki de daha mikro sunumlarda eklenmişti fakat yapılan yatırım ve teşviklerin boyutuna baktığımızda sanki fazla önemsenmemiş gibi bir hissiyata kapılmadım değil.
Türk Hava Yolları’nın her yıl düzenlediği ulusal ve uluslararasıı profesyonel turnuvalar, birçok değerli global ve yerel markanın düzenlediği tekil turnuvalar bu sporun ekonomik ve hedef kitle anlamında ne kadar büyük potansiyel taşıdığını zaten gösteriyor. Ülkemizin tüm dünyaya açılan en büyük markası, hepimiz için lovemark olan THY bu konuda bir adım öne geçip, golf çantası transferinde bu ağır ekipmanları kilo sınırlamasına dahil etmeyip, taşınması konusunda da maksimum hassasiyeti göstererek kendi üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmektedir. Peki münferit hareketlerin ötesinde daha makro ölçekte değerlendirecek olursak, golf sporunun ekonomimizdeki durumu nedir ve nereye gidiyor?
Pandemi dönemi hepimizin bildiği gibi evlere kapanmalar, karantinalar, seyahat ve uçuş yasakları ile geçti ve kısacık ömrümüzden 2 yılı aldı götürdü. O zamandan bu zamana da etrafımızda cereyan eden istisnasız her türlü durum değişti ve hala da eski performansına kavuşmuş değil. Bu sebeple bugünün kendini onarmaya çalışan gerçekleri yerine, hayatımızın normal sayılacak seyirde geçtiği 2019 yılı istatistiklerine dönerek bazı rakamlar üzerinden ilerleyeceğim.
2019 yılı Türkiye turizmi için altın yıllardan biriydi. İstatistiklere göre güzeller güzeli ülkemize neredeyse nüfusumuzun yetişkin insan sayısı kadar yani 52 milyon turist akin etti. Ziyaret etti yerine akin etti diyorum çünkü benim için dünyada Türkiye kadar zengin bir coğrafyaya sahip, misafirperver, lezzetler üstü mutfağa sahip, 4 mevsimin dolu dolu yaşandığı bir cennet yok. Üstelik taşım taşım servis anlayışı ile hareket eden, herşey dahil konseptli canım otellerimize gelen turistlerin yemekten, denize, hamamdan masaja tükete tükete bitiremedikleri kaynaklarımız da cabası.
Bu güruhun ülkemize bıraktığı turizm geliri ise 34.5 milyar dolar. Milyar dolar falan şeklinde telaffuz edilince fena bir rakam sayılmaz ve hatta 2019 yılı toplam Türkiye bütçesi içinde %21 gibi önemli bir orandan bahsediyoruz. Peki gelirler güzel de giderler nasıldı? Diyeceksiniz ki şimdi koskaoca oteller, turistik tesisler bunları hesaplayamıyor mu? Elbette hesaplarlar, üstelikde çok iyi bilirler işlerini fakat benim kastettiğim onların gelir gider hesabı değil.
Lafı Golf’e getireceğim daha doğrusu. 2019 yılında Türkiye’ye gelen golf turisti sayısı hepi topu 120.000 kişi. 52 milyon nerede, 120.000 kişi nerede? Haklısınız yüzde 2,3. Mantıklı değil mi zaten. Kim katlanır o 100 kiloluk golf çantasını sırtlan, gel bu cennet ülkeye deniz, kum, şezlong, kebaplar, balıklar, mezeler, meyveler dururken, hergün 14 kilometre yol yürüyüp, 100-120 kere sopa salla, sol elin, ayak bileklerin, göğüs dekoltende V şeklinde güneş yanık izleriyle gez, arada fırsat bulursan yemek ye. Olacak şey mi? Olmuş ama.
Bakın bu 120.000 Spartalı, golfe gönül vermiş ve sıcacık sahillerimizi bulup gelmiş bu insanlar, 52 milyon insanın yaptığından daha fazla gelir bırakmış ülkemize, tam 156 milyon dolar tutarında. Kişi başı turizm geliri olarak hesaplarsak normal turistten kişi başı 663 dolar gelir elde ederken, golf turisti %96 daha fazla harcama ile neredeyse 2 katı olan 1.300 dolar harcama yapmış.
Gelelim gelir gider hesabına. 52 milyonun tepe tepe kullandığı tesisleri, ziyan ettiği tabaklar dolusu yemeği bir tarafa bırakıyorum. Misafirin yediği, içtiği sayılmaz. Fakat dünyamızın her geçen gün kuraklıkla, yeşilin yok oluşuyla savaştığı günümüzde her bir turistin günde min 100 litre su tükettiğini düşünecek olursak, bıraktığı gelire karşı günlük su tüketimi 5.2 milyon ton iken, golf için gelen misafirlerimiz sadece 12.000 ton su tüketmişler.
Bu da sınırsız yeşili, doğası, içinde yaşayan binbir çeşit canlısı, dünyamıza sağladığı paha biçilmez oksijen ile nimetleri saymakla bitmez golf sahalarının varlığını bir kenara koyun, bu sahaların sulamasını dahi ekleseniz(ki, bu da ayrı bir tartışma konusudur. Bu sahaların büyük çoğunluğu toplanan yağmur suları ve arıtma sularla sulanmaktadır) hala büyük avantajı önümüze koymaktadır.
Gelen turistin bilinç seviyesi ve buna paralel ülkemiz için yapacağı PR, yaptığı golf alışverişi, ekonomiye daha da katkı sağlayan diğer aktiviteleri(tekne turları, mücevher alışverişleri gibi) ülkemiz için çöpsüz üzüm niteliğindedir. Yanlış anlaşılmasın, sadece golf turisti kabul edelim demek istemiyorum fakat daha çok golf sahamız olsa ve daha çok bilinçli, zevk sahibi ve zengin turist ağırlasak, karşılığında da varımızı yoğumuzu dökmesek, hakettiğimiz kıymeti görsek fena mı olur diyorum?
Bu sebepledir ki, ülkemizin sunduğu bulunmaz nimetleri hesapsız bir samimiyetle dünyaya açarken, şapkamızı önümüze koyup tekrar düşünsek, iyi niyet ve misafirperverliğimizden ödün vermeden, doğru yol ve yöntemleri kullanıp, katma değeri yüksek alanlara yönelsek, orta ve uzun vadede çok daha rahat nefes alacağımız kesin.
Golf sahalarındaki 18 farklı parkurun büyük bir hassaiyetle kurgulanıp, matematik, fizik ve mimari gerçeklerle tasarlanması gibi, ekonomik getiriler için de aynı plan ve programla hareket etmek, doğru ekipler ve bu ekiplerde yeralacak farklı bakış açılarına sahip insanlarla mümkün olacaktır.
Böyle geldi böyle gideceklerle değil, değişen dünyaya ayak uydurarak, sağolsunlar basbas bağıran çevrecilere kulak vererek, her geçen gün bizi tekrar tekrar şaşırtan teknolojik gelişmelere ayak uydurmak için kalkınmalı, “az tüketim, çok kazanç” mottosuyla daha refah yarınlar için hareket etmeliyiz.
Haftaya yine duygusal içerikli yazılarımla karşınızda olmak üzere, ekonominin yormadığı, yeni yıl hazırlıklarınızın coşkuyla sürdüğü, umut dolu günler diler, sevgi ve saygılarımı sunarım.