Duayen Gazeteci Erdal Güven'in kaleminden "Eski dediysem, o kadar da değil."
Duayen Gazeteci Erdal Güven yazdı. "Eski dediysem o kadar da değil"
1983 Yılında Hürriyet Haber Ajansı Eskişehir bürosunda stajyer olarak çalışmalarımı da sayarsak 39 yıllık gazeteciyim. Foto muhabiri olarak başladığım meslek hayatımda neredeyse her pozisyonda çalıştım. Son olarak da yeni nesil haber ajansı, “Ajans Haber” in Kurucu Genel Yayın Yönetmeni sıfatıyla mesleğe devam ediyorum. Neredeyse meslekte 40 yıl oldu. Geçen hafta mecliste basın kulisinde mesleğe aynı yıllarda başladığımız Sözcü Gazetesi yazarı Zekeriya Albayrak ile konuşurken “artık biz de eskidik” diyordum ki; koridorda Mustafa İstemi ile karşılaştım. Mustafa abi, elinde kocaman fotoğraf makinası, tüm heybetiyle karşımda duruyordu. Kendi kendime mırıldandım. “Meslekte eskiyim dediysem, Mustafa İstemi kadar değil”.
Mustafa İstemi
Mustafa İstemi ile ilk karşılaşmam geldi aklıma. Tam 31 yıl önce Ankara Hürriyet’te foto muhabirliğine başladığım ilk gün tanışmıştım Mustafa abiyle…Öyle her gazeteciye nasip olmaz; işe başladığı ilk gün, haber uğruna dayak yemek… Ankara büroda göreve başladığımın ikinci sabahı, yani 2 Ağustos günü, Saddam Kuveyt'e girdi. Ben de dayak yedim. Öyle hemen Irak, Kuveyt’e girdiyse sana ne oluyor da dayak yiyorsun demeyin. O gün herhangi bir gelişme olursa diye Irak’ın Ankara Büyükelçiliği binasının önüne nöbete gittim ve gazetecilik hayatımın ilk dayağını, Iraklı korumalardan yedim. Gerçi Iraklı korumaların dayağı uğurlu gelmiş olacak ki, gazetecilik hayatımın muhtelif dönemlerinde çeşitli kişilerden dayak yemeye devam ettim. Bu arada polis dayağı yemenin ayrı bir keyfi olduğunu fark ettim.
Neyse, ilk gün dayak yedim ama Iraklı korumaların beni dövmesi, işime de yaramadı değil. Mustafa İstemi ben dayak yerken benim fotoğrafımı çekmiş ve çalıştığı Güneş Gazetesi de, benim dayak yeme fotoğrafımı binici sayfadan haber yaparak, açıkça bana transfer teklif etmişti.
Haberde “Hürriyet Muhabiri Erdal Güven” diyordu. Ne demek bu, herifler açıkça bana “Sen stajyer değilsin. Bizim gözümüzde gazeteci oldun. Gel hemen, bizde işe başla” diyorlardı.
Tabii düşündüğünüz gibi oldu. Çiğ süt emmediğimden, sırf Erol Simavi’ye ayıp olmasın, o kadar ekmeğini yedim, diye Güneş Gazetesi’nin transfer teklifini kabul etmedim.
Fatih Çekirge, her gün “Siz stajyersiniz. Stajyer olarak ilk işiniz de nöbet tutmak,” diye acı gerçeği suratıma vursa da, başka gazeteler beni Hürriyet mensubu olarak görüyordu ya bu yeterdi.
Sonraki yıllarda çok dayak yediğim için, dayak yemeden önce anlar, kendimi ona göre hazırlardım. Bu “dayak sezer” yanım sayesinde, Türk basın tarihine Sıhhiye Katliamı olarak geçen ve en az 20 gazetecinin polis coplarıyla öldüresiye dövüldüğü olaydan, yara almadan kurtulmayı başarabildim. Şimdi ne diyeyim, bu müthiş önsezimde tabiî ki ilk gün Iraklılardan yediğim dayağın etkisi vardır. Elleri dert görmesin.
Ankara’da evine gönderilen posta süsü verilmiş bomba ile öldürülen Bahriye Üçok’un cenazesi, Türk basın tarihine kara bir leke olarak işlenecek dayak olaylarına sahne oldu. Maltepe Camii her zamankinden daha kalabalık bir cenazeye ev sahipliği yapıyordu. Sanki Ankara işi gücü bırakmış, herkes cenazeye katılmıştı.
Cenaze arabası bile cami avlusuna yaklaşamıyordu. Bu nedenle araçlar camiden 100 metre ötede, Ankaralıların çok iyi bileceği Sıhhıye Köprüsü önünde bekletiliyordu. Üçok’un cenazesi, omuzlarda cenaze aracına kadar taşınacak, sonra da cenaze kortej halinde Karşıyaka mezarlığına kadar yürüyecekti.
Öyle kolay zannetmeyin. En az 14 kilometre… Yürü yürü bitmiyor. Sadece elini kolunu sallayarak yürürsem neyse. Ne yürüyüşe katılanlar rahat duruyor, ne de onları korumakla görevlendirildiklerini iddia eden polisler...
Bahriye Üçok'un cenazesi, 9 Ekim 1990
Biri illegal slogan atmaya başlıyor; al başına belayı, polis hemen olaya müdahale edip göstericileri copluyor. Foto muhabiri için de bir gösteriden çıkabilecek en güzel fotoğraf, coplama anıdır. Onun için de tüm foto muhabirleri coplamanın olduğu yere koşturur. Yani 14 kilometre yürümekle bitmiyor. Bir ileri, bir geri koşup, coplama anı görüntülemeye çalıştığınızdan, yol oluyor en az 20 kilometre.
Üçok cenazesinde valilik nedense yürüyüşe izin vermedi. Serde polis muhabiri olduğum için polisin cenazeyi kaçıracağını ve yürümek isteyenlere karşı da zor kullanacağını öğrendim.
Hemen gazetenin arabasını cenaze aracının önüne gönderdim. Ben de cenaze arabasının üstüne çıkıp, olayı görüntülemeye hazırlandım. Tam da beklediğim gibi oldu. Cenaze ilk barikatı geçtikten sonra polis cenazenin etrafını çevirdi.
Yan sokakta bekleyen yüzlerce çevik kuvvet, bir anda göstericilerle cenaze arasına etten duvar ördü. Gazeteciler tam arada kaldı.
Ankara Emniyet Müdürünün “cop çek” komutunu duymamla, bir anda ortalık savaş alanına döndü. Ben cenaze arabasında, Bahriye Üçok’la beraber mezarlığa doğru giderken, geride kalan gazeteciler polisler tarafından coplanıyordu.
Dayak yiyen arkadaşlarım için üzüldüm ama ne yapayım, şimdi cenazeyi izleyen tek muhabir konumundaydım. Aile ile beraber cenazeyi gömdükten sonra büroya bir geldim ki aman tanrım ne göreyim! Gazete bürosu değil, sanki ilk yardım hastanesi acil servisi… Bizim şef Ümit Turpçu, beline yediği coplardan doğrulamıyor. Kadir Ercan kafası yarılmış yatıyor. Selçuk Şenyüz, Fahir Arıkan keza öyle…
Bu arada Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, tek tek gazeteleri dolaşıp dayak yiyen gazetecilerden özür diliyor. Fotoğraf makinesi kırılan arkadaşlarımıza, yeni makine alacağını söylüyor.
Aradan birkaç gün geçti, yaralı gazeteciler olayın şokunu üzerinden attılar ki bizim Kadir Ercan büyük bir hışımla içeri girdi. Yılların polis muhabiri, polisler hakkında sayıp duruyordu. Tam, “Dur, ne oldu anlat,” derken, patladı. “Ulan, herifler kafamı kırdı. Biz davacı olmadık, benim kafamı kırarken kullandıkları cop kırıldı diye, beni mahkemeye vermişler. Tazminat istiyorlar!”
Biz boşuna demiyoruz, “gazetecilik zor zanaat” diye, bakın önce kafanızı kırarlar, sonra da kafanız kırılırken kullanılan cop hasar gördü diye, mahkemeye verip parasını alırlar.
Nerden nereye… Mustafa İstemi’yi elinde fotoğraf makinasıyla yıllanmış bir çınar misali dimdik karşımda görünce mesleki anılarım depreşti. Allah ömrüne bereket versin Mustafa Ağabey. Dilerim daha nice uzun yıllar mesleğini icra edersin…