ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Blinken: Suriye'de Kürt kantonların birleşmesine destek vermiyoruz
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Anthony Blinken, 'Suriye'de Kürt kantonların birleşmesine destek vermiyoruz' dedi.
Musul ve Rakka'nın DAİŞ'ten geri alınması için yapılan askeri planlamalarda ilerleme sağlandığını söyleyen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Anthony Blinken, 'Türkiye ile içinde Musul'un da geri alınmasını öngören askeri harekat üzerinde fikir alışverişinde bulunduk.Suriye'de Kürt kantonların birleşmesine destek vermiyoruz' dedi.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Anthony Blinken, katıldığı programda Türkiye ve Suriye konularında değerlendirmede bulundu.
'TÜRKİYE'YLE DAİŞ KONUSUNDA ÇOK ÖNEMLİ İLERLEMELER KAYDETTİK'
ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Anthony Blinken: Öncelikle NATO müteffikimiz Türkiye ile olağanüstü derecede yakın bir işbirliği içerisinde olduğumuzu belirtmeliyim. Son 6 ayda buraya üçüncü gelişim bunun bence en önemli kanıtı. Üst düzeyde bir çok yetkili son dönemde sık sık Türkiye-Amerika arasında adeta mekik dokudular. Bu da iki ülkenin çok yakın bir koordinasyon içerisinde çalıştığının bir diğer göstergesi. Birlikte DAİŞ'e karşı mücadele konusunda çok önemli ilerlemeler kaydettik. Şu anda öyle bir noktaya geldik ki, hem Irak hem Suriye'de kendisine 'halifelik' adını veren bu bölgesel yapıyı artık ortadan kaldırma imkanı yakalamış durumdayız. DAİŞ'in sözde halifeliğinden geriye bir tek Musul, Rakka ve Dabık kaldı. O nedenle şu anda bu bölgeleri geri almak için çeşitli planlar üzerinde çalışıyoruz.
DAİŞ'e karşı özellikle Musul ve Rakka'ya yönelik askeri yaklaşım konusunda Türkiye ile mutabık mısınız? Bu konudaki somut plan nedir?
Anthony Blinken: Ziyaretim sırasında çok verimli toplantılar yaptık. Bu kapsamda Musul'a ilişkin planın da üzerinden geçtik. Bu plan, Irak hükümeti ve Kürt bölgesi liderliğiyle, Başbakan El İbadi ve Barzani arasında iyi bir koordinasyon ve işbirliği sağlanarak aylar süren çalışmalar sonucunda ortaya çıkarıldı. Bugün bu planı Türk müttefiklerimizle ayrıntılı şekilde ele aldık, olumlu tepki aldığımızı düşünüyorum. Kritik olan, Türkiye tarafındaki bazı endişelerin dikkate alınması. Özellikle hareket halindeki kuvvetlere ve PKK'ya ilişkin… Şunu açık şekilde ifade ettik ve Iraklılar da bu konuda hem fikir; Musul'un geri alınmasında onların asla bir rolü olmayacak. Dolayısıyla, Türk tarafının bazı endişelerini giderdiğimizi ve Musul planı hakkında Türkiye ile son derece olumlu fikir alışverişinde bulunduğumuzu söyleyebilirim.
Böyle bir harekatta özellikle Rakka'ya yönelik bir harekatta Ankara'nın muhalefetine rağmen Kürt grupların desteğini istemeye devam edecek misiniz? Yani, PYD/YPG gibi grupların desteğini?
Suriye'deki ortak çabalarımızı da konuştuk. Öncelikle, Türkiye'nin sınır bölgesindeki olağanüstü faaliyetleri sayesinde artık DAİŞ'in sınıra erişimi yok. Bu 'Fırat Kalkanı Operasyonu'nun sağladığı en önemli avantajdır. Biz bu çabayı kuvvetli bir şekilde destekledik. Şimdi ise, Türkiye ile Ilımlı Suriye Muhalefeti'nin çabalarının sağladığı kazanımların güçlü bir şekilde kullanılacağı bir ortam oluştuğunu görüyoruz, bu konuda da konuştuk. Ayrıca artık Rakka'yı almamız gerektiği hususunu da konuştuk; belirttiğim gibi bu bölge Suriye'de Dabık ile birlikte geriye kalan en büyük parça. Bu kapsamda en etkili plan hangisi olur, kimler bu planın bir parçası olacak, bunu nasıl gerçekleştireceğiz, gibi konuları konuşuyoruz.
'SURİYE'DEKİ GRUPLARLA BUGÜNE KADAR DAİŞ'E KARŞI MÜCADELE ETTİK'
Türkiye'nin PYD/YPG örgütlerini terör örgütleri olarak kabul ettiğini biliyorsunuz. Sizin bu örgütlerle ilişkiniz hangi çerçevede ve ne zamana kadar sürecek?
Anthony Blinken: Suriye'de ortak düşmanımız olan DAİŞ'e karşı mücadelemizde etkili ortaklarla çalışmaya gayret ettik. Bu ortaklardan birisi, Arap ve Kürt bileşenlerden oluşan 'Suriye Demokratik Güçleri' olarak bilinen grup. Bu ve başka gruplarla bugüne kadar DAİŞ'e karşı mücadele ettik. Ama Türkiye bizim NATO müttefikimizdir ve uzun yıllardır, ta 1952'den bu yana ortağımızdır. Bu sebeple de Suriye'de DAİŞ'e karşı giriştiğimiz mücadelenin Türkiye ile tam bir danışma ve şeffaflık içinde gerçekleştirildiğinden ve hiçbir hareketimizin Türkiye'nin güvenliğine zarar vermeyeceğinden emin olmak istiyoruz. Tam aksine bunların Türkiye'nin güvenliğini arttıracak operasyonlar olması önemlidir. Tabii ki DAİŞ'in yenilmesi hem Türkiye'nin hem de bizim güvenliğimizi arttıracak bir durumdur.
Amerikan Yönetimi Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu belirtiyor, ancak ittifak içinde olduğu PYD/YPG Kuzey Suriye'de işgal ettiği bölgede özerklik ilan etti. Bu örgütler sizin tarafınızdan ülkenin parçalanma riskine karşı uyarıldılar mı?
Evet, bu konuda tüm taraflara, bahsettiğiniz gruplar da dahil olmak üzere, çok açık ve net şekilde Suriye'nin toprak bütünlüğünü kuvvetli bir şekilde desteklediğimizi ve Suriye'de Kürt kantonları olarak bahsedilen bölgelerin birleştirilmesine karşı olduğumuzu ifade ettik. Bu konuda şimdiye kadar net bir tavır aldık, ve tutumumuz bu şekilde devam edecektir.
'DESTEK ARAPLARA VERİLDİ, YPG'YE DEĞİL'
Türkiye, PYD/YPG'ye desteği konusunda Amerikan Yönetimine çok defalar şikayette bulundu. Özellikle (bu grubun askeri kanadına) silah desteğini eleştirdi. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Bu konuda şunu çok net ifade etmek istiyorum bizim verdiğimiz her destek Suriye'deki Arap Koalisyonu'na yani 'Suriye Demokratik Güçleri'nin Arap bileşenine verilmiştir; YPG'ye değil. Bu kuvvetlere geçmişte cephane ve teçhizat sağladık; bugünkü desteğimiz de bu kapsamdadır.
Sizce Suriye'nin toprak bütünlüğü korunabilecek mi? Federatif bir yapı mümkün olabilir mi, bunu bir çözüm önerisi olarak görüyor musunuz?
Nihayetinde buna karar verecek olanlar Suriyeliler'den başkası değildir. Suriye'nin toprak bütünlüğünü kuvvetli bir şekilde desteklediğimizi daha önce de çok defalar söyledik. Fakat Birleşik Suriye içerisinde Suriyeliler kendilerini nasıl organize edeceklerine, yine kendileri karar verecekler. Umarım, ülkedeki iç savaşın bittiği aşamaya ulaşırız ve Suriyeliler gelecekteki yönetimlerinin nasıl olacağını tartışabilecekleri noktaya gelirler. Ancak tüm bunların, Suriye'nin toprak bütünlüğü içerisinde gerçekleşmesi gerekir.
'Uçuşa Yasak Bölge' ile başlamak istiyorum. Türkiye'nin, Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturma çabasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve özellikle Türkiye'nin "uçuşa yasak bölge" önerisi neden Amerikan yönetimi tarafından bir türlü kabul görmüyor?
Anthony Blinken: İki konu var. Öncelikle, Güvenli Bölge ile ilgili olarak 'Fırat Kalkanı Operasyonu' kapsamında alınan aksiyonlar, Türkiye ile Suriye arasındaki sınırda fiili bir güvenli bölge oluşturacak niteliktedir. Buradaki faaliyetler devam ettikçe ve güneye doğru ilerledikçe bu güvenli bölgenin genişlemesi ve arzu edilen tampon bölgenin oluşması potansiyeli söz konusu, ki bu da bugüne kadar Suriyeli mültecilerin karşılanması konusunda çok cömert davranan Türkiye için faydalı olacaktır. Uçuşa yasak bölge konusunda ise; Ruslarla çatışmaların durdurulmasına ilişkin bir anlaşmaya varmak için bu kadar yoğun çaba sarfetmemizin bir nedeni de, bu anlaşmayla, Suriye hava kuvvetlerinin uçuş yapamayacağı ve sivillerin yoğun olduğu bölgelerin bombalanmayacağı 'pratikte bir uçuşa yasak bölge' oluşmasının sağlanmasıydı. Ulaşmak istediğimiz sonuç buydu, pratikte, üzerinde anlaşmaya varılmış ve sınırları iyi belirlenmiş uçuşa yasak bir bölge... Çatışmaların durdurulmasının hala mümkün olup olmadığını göreceğiz. Ancak ne yazık ki, rejimin ve Rusların son dönemde Halep'teki faaliyetleri nedeniyle şimdilik bunun gerçekleşmesi zor görünüyor. Yakın gelecekte bunun mümkün olup olmadığını göreceğiz.
'TÜRKİYE MÜLTECİLERE OLAĞANÜSTÜ CÖMERTLİK GÖSTERDİ'
Türkiye'nin sığınmacılar konusundaki politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türk halkı ve Türkiye Devleti, Suriyeli mültecilere olağanüstü cömertlik gösterdi. Bu bağlamda, herhangi bir ülke dönüp kendisine şu soruyu sormalı: 'Ben de aynı durumda olsaydım, aynı cömertliği gösterir miydim?' Türkiye'nin yaptıklarına 'en açık ifadeyle' hayranlık duyuyoruz; sadece mültecileri kabul ettiği için değil, aynı zamanda çocukların okula gidebilmesi, yetişkinlerin yasal olarak çalışabilmesi amacıyla sergilediği çabalar için. Biz de yardımcı olmaya çalışıyoruz, biliyorsunuz Başkan Obama, New York'ta Mülteciler Zirvesi'ni topladı. Burada amaç daha fazla ülkenin insani yardım yapması Çünkü ayrılan bütçe, olması gerekenin çok altında ve ABD de dahil olmak üzere daha fazla ülkenin mülteci kabul etmesi ve Türkiye gibi mültecilere eğitim ve iş imkanları sağlanması için çalışan ülkelere yardımcı olunması. Şimdi zirve sonrasında bu konuda çok önemli ve anlamlı bir ilerleme kaydettik. Aynı zamanda Avrupa Birliği de finansal destek konusunda üzerine düşeni yapıyor, ki tüm bunların Türkiye'nin üzerindeki yükü hafifleteceğini düşünüyorum.
Türkiye bir darbe girişimi atlattı. Ancak Amerikan medyası Türk halkının demokrasiye sahip çıkma mücadelesi yerine uzun süre komplo teorilerini haber yaptı. Sizce bu yaklaşım neden kaynaklanıyor?
Türkiye'deki ziyaretlerime Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden başladım çünkü darbe girişimi sırasında düzenlenen hava saldırılarının yol açtığı zararı görmek istedim. Şunu söylemeliyim ki, burada gördüklerim ve yaşadığım, çok dokunaklı bir tecrübeydi. Ben de Beyaz Saray'a ve Dışişleri Bakanlığı'na geçmeden önce altı yıl parlamento binasında çalışmıştım. Türkiye demokrasisinin kalbine yapılmış bu saldırıyı görmek bende ciddi bir etki yarattı. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve dünyanın geri kalanında, darbenin neden yapıldığının ve Türk demokrasisine yönelik bu saldırının yeterince anlaşılmadığını söylemeliyim. O nedenle, mecliste gördüklerim Türk halkının ve devlet adamlarının, Türk demokrasisi adına sergiledikleri kuvvetli savunmayı teyit eder nitelikteydi. Bunu birinci elden görmek bu bakımdan çok anlamlıydı. Başkan Yardımcısı Biden da, Türkiye'ye gelişinde aynı ziyareti gerçekleştirdi. Dünyanın dört bir yanındaki insanların, bunun, Türk demokrasisinin kalbine saplanan bir hançer olduğunu anlaması önemli. Çok şükür ki, Türk halkı ve liderler bu darbe girişiminin başarılı olmasını engellediler. Şu anda bizim Türkiye ile ortaklığımızın her zamankinden daha da güçlü olması gerekiyor.
Amerikan Yönetiminin Fetullah Gülen'in iadesi konusunda Türkiye'nin taleplerini son dönemde ciddiye aldığını görüyoruz. Ankara'nın bu konunun Türk-Amerikan ilişkilerine zarar verebileceği yönündeki görüşüne katılıyor musunuz?
Türkiye darbe girişimi sorumlularını araştırırken, biz de her aşamada, gerekli her türlü yardımı yapmaya kararlıyız. Özellikle Gülen konusunda, hem Türkiye hem ABD'de hukukçuların karşılıklı ziyaretleri oldu, bu sayede ABD'deki hukuki süreç Türkiye'de daha iyi anlaşılabilecektir. Şunu açıkça ifade etmek istiyorum, bizim açımızdan bu siyasi bir konu değildir, tamamen hukuki bir konudur. İade anlaşmamızın olduğu bir ülkeye herhangi bir insanın iadesi konusunda kanunlarımız ve uygulamamız gereken kurallar var. Bu hukuki gerekliliklerin yerine getirilmesi gerekiyor. Bu konuda Türkiye ile çok verimli görüş alışverişimiz oldu. Şu anda, bize aktarılan bilgiler üzerinde çalışıyoruz.
'TÜRKİYE EKONOMİSİYLE BÜYÜK BİR BAŞARI SERGİLEMİŞTİR'
Kredi derecelendirme kuruluşu Moody's'in Türkiye'nin kredi notunu düşürme hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konuda, doğrusu, bir görüş belirtmek istemiyorum. Moody's tamamen bağımsız bir kuruluş. Kendi kararlarını kendileri veriyorlar. Türkiye ekonomisiyle bence müthiş bir başarı sergilemiş bir ülke. Özellikle de çok zorlu bir ortamda ve coğrafyada. Bu bağlamda Türkiye esas konulara odaklandığı sürece, yatırımcılar için çekici bir ülke ve pazar olmaya devam edecektir. Her işletmenin bakacağı gibi, yabancı yatırımcılar şeffaflık, hukukun üstünlüğü gibi unsurlara da bakıyorlar. Ben eminim ki Türkiye'nin ulaşmış olduğu ekonomik başarı devam edecektir.
Sizce şu günlerde Türk-Amerikan ilişkilerindeki en iyi, en umut veren alanlar ve bir türlü çözüm bulunamayan sorunlar neler?
Anthony Blinken: Bu sorunun cevabı çok uzun zaman alacak içerikte. Çünkü, umut veren çok sayıda alan var. Biz çok kuvvetli bir temel üzerinden çalışıyoruz; çünkü 1952'den beri resmi müttefikiz ve yıllar itibariyle bir çok zorlu konuda Türkiye ve Amerika yan yana duruş sergilediler. Bu da, zorlu konularımızın bile olduğu dönemlerde asla unutulmayacak bir ittifaktır. Liderlerimiz ve ordularımız yıllar içerisinde çok yakın çalıştılar. Bundan daha da önemlisi bence, insanlarımız arasındaki bağdır. Daha fazla sayıda vatandaşımız birbirimizin ülkesinde çalıştıkça, daha fazla sayıda öğrenci birbirimizin okullarına gittikçe, daha fazla işletme birlikte çalıştıkça, ilişkiler bu sağlam temeller üzerinde daha da kuvvetlenecek.
Şu anda Türkiye'nin de tam ortasında bulunduğu bu coğrafyadan daha zorlu bir bölge dünyada yok. Biz Türkiye'nin PKK terörü ile DAİŞ ile bölgedeki gerilimler nedeniyle karşılaştığı zorlukları biliyoruz. Tabii ki bazı sorunları çözme konusunda taktiksel farklılıklarımız olabilir. Fakat esasen, aynı hedefleri paylaşıyoruz. Demokrasiye sahip çıkmak, nereden gelirse gelsin terörizme karşı durmak ve güvenliğimizi sağlamak. Bunları yaparken de birlikte çalışmak. Son olarak da vatandaşlarımıza büyüme ile iş fırsatları ile daha fazla imkan sağlamak. Bunu da ortaklığımızı güçlü tutarak ve daha da kuvvetlendirerek yapabiliriz.
Benim 1990'larda Clinton yönetiminden beri 20 yıl boyunca Türklerle çalışma fırsatım oldu. O dönemki büyük hedeflerimizden birisi, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği vizyonuna destek verilmesiydi. Bu yöndeki çabalara katkı sağlamaktı. O dönemdeki tecrübelerimden biliyorum ki, zorlu dönemlerde ve anlık yöntem farklılıklarımız olduğunda bile, ilişkimizin temelleri çok kuvvetli. Bunu muhakkak devam ettirmeliyiz.
Yorumlar